Sunday, September 29, 2013

Uçuş notları : Balon Şehir (TK 1319)


Dünyanın en acayip şehirlerinden birisi Torino. İnsanda bıraktığı duygu sıradışı. Neden sorusunun cevabı için teknik olarak bazı fikirlerim var. Bir kere zamanında Fiat fabrikasının olması tüm endüstriyel yatırımı bu bölgeye akıtmış. Sicilya'dan bile yerel göçmen almışlar. Nutella, Tobleron fabrikaları hep buradaymış. İnsanlara araba satma kaygıları olduğundan toplu taşımayı özellikle ihmal etmişler. Hala tek doğru dürüst toplu taşıma tramvaylar üzerinden gerçekleşiyor. Şehrin her yerinde teller var. Bu teller yüzünden de şehrin görüntüsünde tuhaf bir hal var. Tertemiz bir fotoğraf çekme şansın yok mesela, illa teller kesiyor görüntüyü. Bir süre sonra endüstrileşmeye Torino'da devam etmek istemeyince İtalyan hükümeti haliyle şehirden para çekilmiş. İş yok, güç yok. Fakat insanlar yaratıcı, etkileyici ve tuhaf bir evrende asılı kalmış. Karanlık bir şehir Torino. Calvino'nun şehirleri gibi. Kalmış öyle Araf'ta.

Elektronik müziğin çok yaygın olmasını özellikle "noise" müziği seviyor olmalarını endüstri şehri gürültüsüne/görüntüsüne bağlıyorlar. Vardır bir alakası, çünkü özgür doğaçlama ve elektronik müziğin en acayip halleri yeraltında (underground)  ve yeraltında olmak burada bir kültür. O yüzden benim için çok heyecan verici bir yer. İnsanların giyim kuşamından konuşma şekline farklılıklar sezinliyorsun diğer Avrupa şehirlerine göre. Alternatif yaşam zorlama değil, kendiliğinden böyle. Bu sefer bir gece dışında şehrin aydınlık yüzüyle (şehir merkezi) hiç buluşamadım. Çok da iyi oldu. Hep dışarılarında eteklerinde dolaştım. Daha önce balon efsanesini duymuştum şehrin tepesinde dolaşan, dünyanın en büyük yolcu taşıyan balonu Torino'da ve etrafında çok büyük bir bit pazarı kuruluyor. Ama iki sene önce çalmaya geldiğimde balon yoktu. Bu sefer vardı. Her yerden karşıma çıktı. Çok güzeldi! 

( Bu arada yaşlı sinir bozucu bir italyan adamla dirsek savaşı içindeyim. Yazı yazmak istiyorum ama yer bırakmıyor koluma! Italyanlaaaar İtalyanlar. Zor insanlar vesselam!)

Bunker. Mekan başlıbaşına efsane. Bunca senedir çaldığım gördüğüm en ekzantrik yerlerden ilk on listesine rahatlıkla girer. Burası aslında kocaman bir park. İçinde konteynırlar ve hangar gibi bir yapı var. Dışarıda bir yapay göl yapılmış, bir mekanizma ile insanlar su kayağı yapıyor ve yazın son günlerine direniyorlar! Parti halindeler. dj'ler, şezlonglar, kokteyller vb... Yanlarında organik tarım yapılan bir bahçe var. İnsanlar çalışıyor domates, kabak, ayçiçeği ekim biçim işleri yapiyorlar. İç mekan çok büyük. Toptan baktığında, her durumda Torino'da olduğun anlaşılıyor. Çeşitli medya artistleri çağırıp mekanın tüm duvarlarını boyatmışlar. İnanılmaz güzel resimler, grafikler ve yazılar var her yerde. Tüm çalışmalar sanatsal açıdan çok kuvvetli. Keşke bir yönetmen olsaydım diye düşündüm. O kadar çok çekmek istediği şey olur ki insanın. Anlatılmaz yaşanır bir mekan! 

(Kol teması devam. Uyu be adam! Uyu da bir dur.)

Sahibi eğer bir gün hiçbir şey olmaz ise kızıma bırakırım diyerek almış burayı. Karısı terkedip gidince memleketine, kızıyla kalmış başbaşa. Bir sürü acayip hayat hikayesi var burada insanlarda. Anlat anlat bitmez. Sonuçta ben böyle harika bir mekanda Tacuma Electronic Orchestra ile çaldım. Orkestra laptop çalan sekiz adamdan oluşuyor. Hepsi harika tatlı insanlar ama doğaçlama konusu onları biraz strese soktu. Değil prova yapacak doğru düzgün sound check için bile zaman olmadı. Neyse biraz solo biraz birlikte bir performans çaldık. Utku (Tavil) oradaydı. O da başka bir ekiple küçük bir performans çaldı. Keşke biz de birlikte çalabilseydik diye düşünmeden edemedim. Ertesi gün iç mekanda Londra'dan 'Concrete Music' çalan Adam Asnan'ın performansı şapka uçurtan cinstendi. Biz dışarıda çalmıştık. Gezi Parkına, ağaçlara ormanlara gönderme yaptık. İşin tek keyifsiz tarafı sivrisineklerdi. Bütün vücudumu sivrisinekler yedi ve maalesef ben önlem almayı akıl edene kadar (sadece 15 dakika) alerjik reaksiyon verdi vücudum ve hala şişlikler inmiş değil. İzler de geçmedi. Şu müzik uğruna çektiklerimiz!















Balloon Market. Torino'nun Bit Pazarı olayı çok acayip. O kadar çok Afrika ve Arap  göçmeni var ki çok az İtalyanca duydum sokaklarda bu sefer. Bulunduğum bölge ile ilgiliydi sanırım. İş yok ya o yüzden sokaklar hep pazar. Özellikle Balon'un etrafına konuşlanıyor Bit Pazarı. Pazar çalıntı veya bir kenara atılmış ikinci el eşya dolu. Aklınıza gelebilecek herşey var. Ben bir kaç arkadaşıma o buyuk daginikligin icinde onlari gordugum icin hediye aldım. Kendime ise çok büyük sürpriz bir plak buldum "Wagner Rheingold conducted by Karajan!". Sokaktan bulduğunu aldın aldın, almazsan ya insanlar gelip 50p'ye bile satılamamış olan şeyleri topluyorlar ya da kırıp işlerine yarar bir parçasını alıp gidiyorlar. Eşya satanlar da satamadıklarını kırıyor. Sürekli bir şangır şungur kırık sesi var sokaklarda saat 5'ten sonra. Bütün Torino'ya açık takas mekanına dönüşmüş gibi. Türkiye'de bir çok insanın ben almam sokaktan kafasıyla tenezzül edip de almadığı şeyleri benim arkadaşlarım aldı. Bu aklınıza gelebilecek herşey olabilir. Uzaktan kumanda, biblo, saçma bir terlik, ceket, tshirt, klavye, kitaplar, kasetler, cd'ler, bebekler, bisiklet parçaları, çantalar... Çinli bir kaç adam sokaktaki eşyaların vidalarını söküyorlardı mesela ellerinde tornavida ile dolaşıp! 

Dünyanın en savurgan ülkesi biz olabiliriz diye düşünüyorum şu an. Gerçekten! Herşeyin yenisine merakımız bizi çok ağır bir kültür bunalımının içine sokuyor. Tüketim ve tatminsizlik üstüne kurulu bir hayatımız var. Torino'da, Viyana'da, Barselona'da... gördüğüm her Avrupa şehrinde paylaşım üzerine bir kültür var. Sebebi alım gücünden yoksunluk değil (sadece), normal olan bu! İnsanlar arabasını, bebek arabasını, kıyafetlerini, kitaplarını, tornavidasını, matkapını paylaşıyor. Ne olacak o kadar eşyaya el değiştirmezse? Çöp olacak! Buradaki arkadaşların, sanatçıların, müzisyenlerin hiç birinin ekstra harcayacak parası yok. Eşyaları ortak kullanıyorlar. Çoğunun da eşyası bile yok zaten. Bir yatak, belki kütüphane, bir masa, bilgisayar, bir kaç askı ve askılık. Evde yemek yiyorlar, dışarıda belki sadece kahve içiyorlar. Gerçekten dünyanın en lüks ortamında yaşıyormuşuz gibi hissediyorum her seferinde Avrupa'dan dönerken. Moralim bozuluyor. Rodilerimiz, ekstra aletlerimiz var çalmak için. Dünyanın en acayip pozisyonda turne yapan adamın (rock ve pop starlar hariç) bizdeki lüksü yok, yemin ederim. Çok acayip bir  kafada yaşıyoruz özellike İstanbul'da.


Bu aslında üstüne daha ayrıntılı yazmam gereken bir konu. Başka zaman (hala dirsek savaşı devam ediyor bu arada)!

Alçalıyoruz sanırım. O zaman benden de şimdilik bu kadar! 

İstanbul için kalan süre: 31 dakika anonsu. 

23.09.13

17.32

{Event hakkında bilgi için bakınız : Green is the new Punk! }



No comments: