Friday, August 24, 2012

Derin saygı...

Ne zamandır yazacağım, özellikle yazmıyorum. Çekiniyorum. Ama sonra düşündüm bu konu tüm Türk kadınlarının çektiği sorundur, bunca insan blogumu takip ediyor. Kendilerinden bir parça bulabildikleri için. Yazıyorum.

Kadınlar için Türk erkeği annesi diye bir gerçek vardır bu ülkede. Başka ülkelerde de benzer örnekleri vardır bunların ama tam aynı değil. Jewish erkeği anaları ve İtalyan erkeği anaları da dillere destandır ama onların bu konudaki popülerlikleri başka konularda. Hepsi başka alem diyelim.


Cidden ne diyorsun arkadaşım?
Türk erkeği annesi genellikle aşırı korumacıdır. Aşırı korunmuş çocukta en sık görülen durum güvensizlik ve karar alma yeteneğinin zedelenmesi veya hiç gelişmemesi oluyor. Korunma duygusundan yoksun olmama ihtiyacı içinde koca koca adamlar hala ailelerinin yanında yaşıyor ve yetişkin hayata adım atıp sorumluluk alamıyorlar. Ya da aile (anne) evini bir çeşit sığınma evi olarak kullanıyorlar. Birey olmak biliyoruz ki önce aileden kopmayı gerektiriyor. Bunun için yüzyıllardır yazılan referans kitaplar var. Ergenlik döneminin en önemli zorluğu aileden kopuştur. Hem hormon değişiklikleri hem de aileye yabancılaşma başlar. Zaten kopar gidersin çok da iyi olur. Kendi kendine yeni aileye benzer ilişkliker kurmaya başlarsın. Arkadaşlar, dostluklar... Bunların hepsini aile dışında yaşamaya çalışısrsın, farklı bir hayatın olsun, kendini tanıma geliştrime çalışmaların devam etsin diye. Aşık olursun, ailenden saklarsın... İlk defa kendine ait çok özel bir hissin olmuş olur. Kendi kendine yaşarsın her şeyi. Ama Türk erkeklerinde aşık olunan (ya da benzeri) kızların eve götürülmesi olayı vardır. Anne bir görür kızı. Bakar şöyle olur mu olmaz mı? (?!) Her şey aile evinde yaşanır (allahtan benim başıma hiç gelmedi!). Orada yatılır kalkılır, bilmem ne teyze ile kahvaltı edilir! O arkadaşlıkların halbuki kendine ait bir dünyası olmalı. Aileden UZAKTA! Tüm alışkanlıklardan, çocukluğundan kalma her şeyden uzakta!!!

Ben ve benden bir buçuk yaş büyük ablam çalışan anne baba ile büyüdük. Annem kimya mühendisi, her gün 8.30-17.30 işteydi. Koşarak gelip hem öğlen yemeği arasını hem de akşam yemeğini taze yapmaya çalışır, hem de bizimle vakit geçirmeye çalışırdı. Hayatta onun için gerekli olan ihtiyaçlarını da eksik etmedi. Resim yaptı hep. Konserlere gitti her hafta sonu, bizi de götürdü. Sergilere gitti, biz de onunla birlikte. Tatillere kaçardık okul zamanı. Babam ise işine aşık (jeofizik mühendisi) bir adamdı. Arazi insanıydı. Tabii ki para kazanmak için 30 değişik şey yapılabilirdi ama o bunu seçmiş işte. Türkiye'yi karış karış delmiş analiz etmiş bir insan olarak ekibiyle dağ, bayır gezerdi. Çok uzun zaman gelmezdi. Tabii ki yokluğunu çok hisseder, özlerdik. Ama işini aşkla yapan insana saygı ve sevgi göstermeyi de bu sayede öğrendik. Telefon yok bir şey yok. Başımıza ne gelse annem koşturur. Babam arazide.... Ama bilirdik eninde sonunda gelecek. Saygı duymayı öğretmişler bize derinden. İnsanların kararlarına, kendi mutlulukları için yapmaları gereken şeyler de olduğuna bu hayatta, inanırdık daha o yaşta. Ben hala egom artık baş edemeyeceğim şekilde bastırdığı zamanlar hariç yakın ilişkilerimde seçimlere hep çok saygılı olmaya çalıştım. Kendimle ilişkilendirmeden her şeyi, o kişinin gözünden görmeye çalışırım. Nasıl mutlu olacaksa onu yapsın. Başarısız olduğum anlar olmuştur eminim. Bu sebepten üzdüklerim olduya affola. Ben de insanım.

Türk erkeği annesi çoğunlukla, Türk erkeği babasıyla iletişim sorunları yaşar. (Neden acaba? Adamların anneleri? = Kayınvalideler?). Adam eşini pek dinlemez, anlamaz. İş güç yoğundur, eve gelince kafa dinlemek ister. Kadın mutsuz ve depresif olabilir ama farkında bile olmaz. Sanki normali böyle hissetmekmiş gibi kabullenir. Çoğu çalışmamıştır. Ya da çocuk doğduktan sonra bırakmıştır çalışmayı. İletişim sorunu yaşayan, lafının, hayatının ciddiye alınmadığına inanan kadın, çocuğunu tüm bu hatalara düşerek kendine bağımlı hale getiriyor. Hiç değilse oğlum var gibi bir şey herhalde. Oğlanı başarısız olacağına, ya da ne yapsa başarılı olacağına inandırırlar. İkisi de çok fena oluyor. Oğlum, paşam filan... "sen harikasın"lar. Ya da yapamazsın sen edemezsin gibi caydırıcı ikna yöntemleri. Koskoca adam olmuş oğlan çocuğunun da işine gelir, "ya yapamam ben bunu en iyisi hiç bulaşmayayım" filan... Bir de kendi arkadaşlarım da bile görüyorum kendi oğlan çocuğuna bakıp övünçle "ileride çok kızın canını yakacak bunlar" diye övünmeler... O ne be? Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?!


"Kürtaj olmayın RTE üzülür" dediklerini tahmin ediyorum!
Türk insanı hızla "muhafazakarlık" "tutuculuk" oyununa yenik düşüyor. Bizden sonraki jenerasyon fikirlerine sahip çıkabilmek için hızla evlendi. Ve bunun maalesef farkında bile değiller. Rahat rahat konuşup duran 30 yaş altı ve biraz üstü kadınlarımıza bakalım. Hepsi evli üstelik alternatif hayat yaşadıklarını düşünüyorlar. Geçen gün çok sevdiğim müzisyen bir arkadaşımla evli, çok sevdiğim bir kız arkadaşım açık ve net 'evli olmak çok zor ama hayatı benim için çok kolaylaştırıyor' dedi. Biliyoruz zaten öyle olduğunu. Ben evlenmedim. Evliliğe inanmıyorum ve açıkca söylemekten de hiç çekinmedim. Üstelik de mutlu bir aileden geliyorum, çocukluk travmam filan yok. Gayet sağlıklı bir şekilde kendi kararım. Hayatımda sanırım kimseyi de kandırmamışımdır bu konuda. Bu ülkede kendini en 'aykırı' zanneden ailelerde bile çocuk yetiştirme ve evlenme konusunda baskıcı bir tavır görüyorsun. Muhafazakar, maalesef neyin doğru olduğuna kendilerinin karar veremeyeceği durumlarda bile fikir beyan edebilir hisseder kendini, çünkü hiç bir şey değişsin istemiyor. Kendileri evli ve çocuklu olmuş, o çocuklar nasıl büyütülmüş, neye dönüşmüş, kendileri mutlu mu hiç önemli değil. Ortalıkta aynı eve gidip gelen bir baba, çocuk ve anne olduğu sürece koşul ve sonuçların önemi yok. Bilinç seviyesinde düşüklüğe neden olan bir konu babasız çocuk mesela. Kadın kimmiş nasıl bir insanmış hiç önemi yok. Zaten kadın diye bir şey yok bu ülkede. Kadın dünyanın en başarılı insanı olsun çocuk yetiştirmede ortalıkta bir adam olmadığı sürece başarısız olacağı öngörülüyor. Hem de kim tarafından? Diğer evli, çocuklu, yaşını almış (ama evli!) kadınlar tarafından. Cidden kadınlar diğer kadınların mutlu olmasını ister mi herhangi bir konuda? Anlaşılan herkesin kadın erkek ortak düşmanı bu 'diğer kadınlar'. Kimse ahkam kesmesin. Muhafazakar mısın değl misin cart diye ortaya çıkıyor eğer konu "tek başına anne" olmak konusuysa. Sor bakayım kendine bir?

İki kız arkadaşım var evlenip boşanmış (evde kalmamış!?) ve küçük kızları var. İkisinin de erkek arkadaşlarının süper "anneleri" 'oğlum üzülmeyesin bak çocuğu var başkasından' diye bu harika, tek başına ayakta durmuş, çocuklarını tek başlarına büyütmüş süper kadınlara laf etme curretini gösteriyor. Ve tahmin edin ne oluyor? Adamların kafası karışıyor!


Çok ayıp diyorsanız "muhafazakar"sınız.
Hayatta bir sürü zorluklara rağmen bir duruşu olmasına insanın, inanıyorum. İnancım bu. Önce kendine saygı duyabilecek bir duruşun olması başkalarına da yalan söylemene engel oluyor. Önceliklerime hep kendi ihtiyaçlarımı koydum ben. Çünkü 'yaratan' insanın yaşama sebebi bu. Size ters gelebilir böyle bir insan. Kendi kendine kalabilmek yaşam sebebim benim. Kararlarımı da hep kendi kendime verdim. Sonuçlarına katlanmayı göze alarak. Başka türlü nasıl yaşanılır bu hayatta bilmiyorum. Nasıl sürprizlerin varlığını hissedebilirsin? Nasıl olur cesaretin yaşamaya?

Yaz-dım.
 
 
Ama bunun arkası gelir bence. Bu konu burada bitmez. Maalesef bitemez.

Wednesday, August 15, 2012

Vicdan sadece bir kadin ismi degil!

Vicdan ogretilebilen bir sey ise once aile bireylerinde olacak. Empati ile vicdan kardes. Bunlardan biri yoksa oteki de olmuyor insanda. Sonradan ogrenilen empati yetenegi diye de bir sey yok bence. Varsa yoksa kucukken ve aileden ogreniliyor bu meret. Yani caba sarfetmek lazim empati yetenegini gelistirebilmek icin cocugun, vicdanli bir BIREY olabilmesini saglayabilmek icin. Caba, burada altin anahtar. 

Basima oyle bir sey geldi ki Turk filmlerinde ya da Brezilya dizilerinde olur. Sonu da aynen benimki gibi biter, muhakkak ucu trajediye baglanir. Birileri birilerini muhakkak yanlis anlamis olur (?!) halbuki sorun somuttur. Ortadadir ve fakat vicdan yoksun(lug)u varsa soruna cozum getirilemez. Vicdansiza dert anlatamazsin, anlatilmaz. 

Cok yakin, harika arkadaslarim var benim. Karsilikli konusabildigim, fikirlerine guvendigim, danistigim, ama her zaman her fikirlerini de illa ki ciddiye almadigim. Fakat soyledikerini cani gonulden dinledigim insanlar var hayatimda. Kriz aninda hizir gibiler. "Isim var, yogunum simdi, aslinda aklim sende ama..." gibi vesveseler ile seni oyalamazlar. Durumlarini soyler aninda randevu verirler. Bugun yarin. Profesyonel dostlar. Vicdanli insanlar. Durumunu anlayip kendilerince yardimci olmak icin caba sarfederler. Sadece kotu zamanlarda ortaya cikmazlar tabii. Tatil de yapilir onlarla, oyun da oynanir, calinir edilir, bol bol kahkaha atilir. Ama bu aralar o gunler degil. 

Bu gunler karanlik gunler. 

Monday, August 13, 2012

Şiir


Iskenderun 2012. fotoğraf: selen gülün


Madem benim blog'um, istedigimi yazabilirmişim. Ciddiye alınması gerekmiyormuş. Ben de benim için yazılmış bir şiiri ekliyorum. Saman kağıdına mürekkeple yazılmış olması daha anlamlı (kalıcı) kılıyor her şeyi ama kağıda kim ne yazıyor ki şimdi?



Prelüd'ler.
Sel
en;
e





Akdeniz ak ol
al
ı 
beri 
şeffaf rüzgarlar yıkadı tuzlarını.
Bey
az a
sen
in.

II
Çak
ıl
taş ların dan evi
var dı
köpükte kar
nın ın
ay
nı şiir i dön
üştürecek.

III
Ihlamurlar tütüyor
yok
uşlarında
bil
lur ların
buğ u sundan.
Sen den doğdum 
ben,
ahun dan 
ol
dum.

T.U. 
ya 88 ya da 89

Monday, August 6, 2012

Bazen de susmak gerekir a dostlar.

Altin Camping - Teras, Oren Agustos 2012

Bazen susmak iyidir. Konusunca bulamiyor kendini insan, sanildiginin aksine. Ne de olsa neyi duymak istiyorsan onu soyluyorsun, ya da neye inanmak istiyorsan. 

...

Hayatimda iki adet cok buyuk olay vardi muhakkak ders almam gereken. Dun Oksan ile konusuyorduk. Birincisi 1995 yilinda Berklee'ye gitmeme 3 hafta kala boyun fitigi olmam ve gidememem. Doktor demisti ki 'disk patlamasi' olmussunuz. Haydaaa... Hatta meslegi birakin dediler daha 23 yasindaydim! Ogrenmem gereken nedir bu deneyimden diye cok dusundum. Sirasiyla sunlari buldum: Calismadan durman gerektiginde de hayat devam ediyor. Fiziksel olmadan da kendini motive edebilirsin. Hayatta plan programlar yapmak her zaman sonuc vermiyor. Hayatin kendi zaman anlayisi var, planlardan farkli akabiliyor!

Sonra Ocak 96 donemine yetistim. Arada cok serserilik yaptim diye hatirliyorum. Kendime cok iyi baktigim soylenemez. Ama o yasta insan cabuk toparliyor. Boyun fitigi ile nasil muzisyen olacagimi ogrenmem gerekiyordu. Cok agir agrilarim vardi. Her seye ragmen gittim Berklee icin Boston'a. Orada yuzmeye basladim ama cektigim agrilari hala hatirliyorum. Feciydi.

Ikinci buyuk olay Boston'da 2010'da tam havaalaninda kapinin onunde durup dururken yere kapaklanmam oldu. O zaman da Nord stage almisim kendime, cok heyecanliyim. Eve doneyim de calayim diye deliriyorum. Konserlerim var arkaarkaya, dizi dizi... Istanbul'a nasil donecegim o kadar yukle diye endiselerim var ama bir yandan da. Kut diye dusup de ucamayip elimi sakatlayip yuzumu kafami yere carpip hastanelik olunca (bu sefer bir de cok korktum!) ayni dersi almam gerekiyordu. Hayat planladigin gibi akmayabiliyor! Sen kafanda istedigin kadar kur canim. Yine hareketsiz kalmam lazimdi. Calma dediler, caldim. Fizik tedaviye gittim duzenli ama bu sene gitmem gerekene gitmedim. 


Altin Camping, Oren, Agustos 2012
Arada baska cok hikaye var tabii, cogu hastalik ile biten. New York'da migren olup kendi konserime gidememem. Bursa konseri donusu hastanelik olup New York ucagini kacirip ertesi gunu ucmak zorunda kalmam... Hep ayni hikaye. Sen makine gibi yapiyorsun planlari programlari, al sana program! Almam gereken ders ayan beyan ortada. Ama aldim mi ben o dersleri? Son hikayeden anliyoruz ki alamadim. O kadar yoga, meditasyon, kitap, zart zurt.. Hala ben zannediyorum hayatimi ben kontrol edebiliyorum. O da diyor ki bana 'oldu canim hii hiii...'. Belki bu sefer ogrenirim. 

Bu sefer ogrenirim herhalde!
...

En iyisi olimpiyatlar. Sporculara agliyorum ben. Hep aglamisimdir. Iyi sporcuydum zamaninda. Lisansli, basketbolcu (inanmazsiniz :) ve 1500m kosucusu. Icimde kalmis herhalde. Iyi ki diyorum sporda kariyer yapmak istememisim. Turk sporcularin hali ortada. Bunu soyledigime inanamiyorum ama valla billa muzisyen olmak daha iyiymis. Her birinciyle sevinip aglayan bir insanim. Disiplin, ozveri, basari muthis heyecanlandiriyor beni. Twitter'dan takip edebildigim kadariyla bir cok muzisyen arkadasim da benzerlikler hissediyor olacak heyecanlaniyor olimpiyatlarda. Ne guzel. O birinci olacagini zaten bilen ifadeyle kosmaya, sirikla atlamaya, yuzmeye platforma gelenler... O ifade! Hayranlik verici. Buyuk sporcular var gercekten, cok buyuk. Simdi kadinlar sirikla atlamada mesela belirli yukseklige kadar tenezzul edip de isinmak icin bile atlamayanlar var. Bekliyor. Cita yukselsin. Bu bana cok anlamli geliyor. Cita benzetmesi filan...

Agustos ortasina kadar is guc. Sonra biraz daha tatil, ve artik album. 

p.s. arada boyle bir roportaj var ilginizi cekerse.