Anladım ki yazmazsam olmayacak. Çünkü içimde dönüp duruyor. Madem öyle yazayım dedim, blog'uma!
13 Mart günü benim TRT'nin Caz orkestrası ve Koro için aslında 29 Ekim 2008'de çalınmak üzere sipariş verdiği eserimin (Sakin) radyoda yayınlanmak üzere kayıdı vardı. O zaman bir şekilde eseri çalmadılar. Sanırım Ankara çok sesli korosuna ters geldi eserin koro partileri. Her neyse. Sonradan duydum ki TRT Gençlik Korosu çalışıyor koro partilerini ve eser çalınacak. Bunun duyuduğum zaman Haziran 2010'du. Sevindim tabii ne güzel dedim. Sonuçta eser benim yazdığım bir eser. Ama kontratlı olduğu için de aslında artık bana ait değil, TRT'nin eseri. Yani ne isterse yapar TRT eseri, çalar çalmaz, yayınlar, yayınlamaz. Benim alıp çaldırma hakkım yok Sakin'i artık.
Ben Kasım'da Amerika'da iken sanırım eser Caz Orkestrası ile bir kez okunmuş, koro da hazır imiş kaydetmek istemişler ama bana ulaşamamışlar. Döndüğümde Gökçen Koray'ı aradım (koro şefi) ve provalar konusunda anlaştık. Koro kendisini bana dinletmek istermiş kayıttan önce. Çok hoşuma gitti ciddiyet, hay hay dedim ayarladık. Şubat'ta bir gün gittim dinlemeye. Hazırlar gerçekten kendi partilerini pek güzel söylüyorlar ama orkestra ne çalacak bilmiyorlar tabii. Afro Cuban / Swing geçişleri var ama eser asla zor bir eser değil. Zor olmaması için çok özen gösterdiğim bir müzik. Sözleri de ben yazmıştım. Nakaratı diyelim "sakin, sakin sessiz sakin, sakin..." diye gidiyor. Ve fakat sonuç benim için hiç öyle olmadı.
Zaten uzun bir süre kayıt var mı yok mu bir türlü anlaşılamadı. Gökçen hanım kayıt var dedi diyor Ayşe. Ben "hmm.. öyle mi bilmem beni kimse aramadı" diyorum. Ayşe korist olduğu için olayla tek bağlantım o. Bu arada yanlış anlaşılmasın benim orada olmam gerekmiyor eserin çalınabilmesi için. Dediğim gibi eser onlar tarafından satın alınmış bir eser. Benim kayıtta orada olmam sadece keyfi. Sanıyorum ki herkes mutlu olacak eseri çalarken sonuçta canlı kanlı müziği yazmış kişinin de orada olması kaç kere mümkün olabiliyor hayatta! Yani kibarlık ediyorlar beni de çağırıyorlar diye düşünüyorum. Zaten en sonunda Neşet abi aradı beni dedi ki" seni kimse aramadı mı?" Hayır dedim. "Tamam bu Pazar kayıt var, gel" dedi. Oh ne güzel dedik Ekin de İstanbul'daydı atladık gittik Pazar günü ne güzel Ayşe'yi de görürüz dedik.
Biz tam 2'de oradaydık, bize söylenen saatte. İçerisi buz gibi. Pazar günleri ısıtmayı çalıştıran arkadaş gelmiyormuş. İçeride tirtir titreyen bir koro var ve entonasyon sorunu yaşayan saksafonlar. Piyano akortsuz. Enstrumanlar akort tutmuyor, tutamaz, bizim soğuktan dizlerimiz bile tutmuyordu oturduğumuz yerde. Grup çalmak üzere içeri girdiğinde saat 2.45 olmuştu. Sonra anlaşıldı ki, Trompet, Saksafon partilerinde kayıplar var ve gitar partisi yok. Elimde kendim takip edebileyim diye bir partisyon ile gitmiştim. Onu da elimden aldılar çoğaltıp müzisyenlere vermek üzere çünkü onlar oradan transpoze edeyerek okuyup çalmaya çalışacaklar. Ben kaldım mı sana notasız ! Gitarist Gitar partisi yok diyip kayıttan gitti. Bana soruyorlar Gitar var mı diye? Elimden notayı aldıkları için var yok diyemiyorum. Gitariste meğerse koro eşlemelerini vermişim. Alto solosuna giremiyor da giremiyor. Müziği vermişim gitmiş 3 sene olmuş hiç bir şey hatırlamıyorum hakkında. Dediler "yönetir misin?". Dedim "hayır". Ben oraya Besteci olarak gittiğimi zannediyorum. İlk defa koro ile çalarak eserin provası yapıldı. Benim için öyle acayip şeyler oluyor ki o sırada, zaten şaşkın bir haldeyim, mesela Trompet solonun üzerine Tenor solo yazmışım, yani fikir öyle ki müzik yükseliyor yükseliyor trompet solonun üzerine tenor girince artık tansiyon iyice artıyor... Bilerek isteyerek. İkili solo yani. Bu yanlış mı diye soruldu, düzeltilmek istendi. Ama bu bir bigband, ve yani yüksek solo istemekten daha doğal ne olabilir? Arturo Sandoval'ın big band müziklerinin copyistliğini yapmış birisiyim ben para kazanmak için Amerika'da öğrenciyken. Bir sürü müziğim var Rainbow band dahil başka başka big band'ler çalmış kaç senedir. Hatta geçmişte TRT iki kere başka müziklerimi de çaldı. Ben de çaldım onlarla TV programı için. Provalarını yaptık hep beraber. Yani herkes birbirini biliyor orada. Hic boyle sorunlar yasanmadi o zamanlar. Ama konusuldugu halde soloyu çalan Trompetçi arkadaş her Tenor solo girdiğinde küçüldü çalarken, background'a kaçtı, ikili solo yerine. Ne oldu yani kendisi benim besteci olarak yaptığım hatayı mı düzeltti şimdi? Soprano Saksafoncu 3.45 filan gibi geldi! Neden acaba diyorum? Cevabı "işte Tayfun öyle"?! Müzik modal, bütün akorlar 4'lü ve en tepede soprano her şeyi yönetiyor. Melodiyi, armoniyi... Adam gelmedi, gelmedi. Ben sinirleniyorum tabii ne işim var burada diye. Yani gerçekten ne diye eserini çalamayacaksan ya da uğraş vermeyeceksen besteciyi oraya çağrırısın ki? Anlamıyorum.
Madem çağırılıyorum notaların eksikliği durumu Ferit'in ve Ozan'ın dediğine göre üç ay önceki provada da varmış. O zaman söylensin besteciye yanında getirsin bari. Saksafonculardan birisi kayıt esnasında "abi benim gitmem lazım" diyip gitti. "Bize 4'e kadar dediler" dedi. Saat 3'te girmişler içeri zaten. Provasız eseri çalmak için. Koro hepten dağıldı. Ne yapsınlar ki? 1 senedir bir müzik çalışıyorlar bütünde nasıl bir şey bilmiyorlar, hiç toplu prova alınmamış. Anlat anlat bitmez. Kimse çalmak istemiyor. Herkes üşümüş paltolarıyla. Günlerden Pazar dışarısı mis gibi. Çocukların çoğu kadrolu değil. Bu da baska bir sorun. Destek olsun diye geliyorlar sanırım ama çalmak umurlarında değil gibi. Yani Ferit prova yaptırmak istiyor, herkes sınıfın ineği (afedersiniz) muamelesi yapıyor adama. Haydi bir kez daha çalalım şurayı diyor, miletten off puff'lar. "Niye ki"ler! İnanılmaz bir isteksizlik. Niye ki mi? Çünkü bu çalınan asla ve asla benim yazdığım müzik değil. Çünkü ben polyphony (counterpoint) kullanan bir insanım yazarken. Çalınamaz ise o hatlar kişisel olarak müzik toplamda çalınamıyor. Bu kadar basit. Sonuç çok kötü oldu. Ben dinlemem o müziği şahsen!
Yazık üzücü. İnsan sormak istiyor yani orada Aydın'ın (Esen) bir eseri çalınsaydı aynı ilgisizlik olacak mıydı müziğe? Geçmişten biliyorum ki cevabı Hayır. O zaman bu insanı "seni ciddiye almıyorum. emeğini ciddiye almıyorum. bunu da çalmak istemiyorum" demek için mi çağırıyorsunuz. Anlaşılır gibi değil o ciddiyetsizlik benim için. Benim o eseri yazma koşullarım normalden farklıydı. Çok zordu. Annem hastanede kanser ameliyatı olmuş ben benden istenen günde eseri teslim edebilmeliyim diyerek yanımda laptop (sonuçta iş!) annemin başında beklerken ameliyattan sonra, bir yandan "sakin" eserini yazdım. Çok ironik! Ama durum aynen böyleydi. Önümde sürekli finale açık. Bunun tabii konuyla burası sadece benim kişisel blogum olduğu için ilgisi var. Sonuçta ne istersem yazabiliyorum buraya öyle değil mi? Yani eser bana zaten sakinlik ve sessizlik hissi veren bir eser değil demeye çalışıyorum.
Akşam konserimiz vardı 60m2'de Ozan Musluoğlu ve Ekin ile. Gerginliğim oraya da yansıdı. Nasıl yansımasın ki yani mümkün mü? Amaaan yaaa boşveeeer yaaaa mi diyeyim bu duruma!
Bütün bunları neden şimdi yazıyorum? Çünkü elime kayıt geçti 5 gün filan oldu daha hala dinleyemedim. Öyle duruyor bir yerde. Sanırım hiç dinlemeyeceğim. Neşet Abi "Selen kusura bakma biz bunu sonra çalışır canlı çalarız" dedi. Tabii dedim ne güzel olur. Gerçekten de güzel olur.
No comments:
Post a Comment