Wednesday, September 3, 2014

Yakınlık

Annesi babası çalışan iki kız kardeştik. Annemin iş çıkış saati 17.30'du. Karayolları'nda Kimya Mühendisi. Memur.  İşten çıkar çıkmaz yanımıza gelirdi. Ortaköy'deki minik apartman dairesinde en sevdiğimiz oyunlardan birisi Diloy'la ortadaki sehpanın başına geçip annemin parmağıyla havaya yazdığı kelimeleri bulmaya çalışmaktı. Tabii aslında hiç bir zaman bulamazdık ne yazdığını ama bazen bulmuşuz gibi yapardı. O havaya yazardı biz kalem, at, çiçek, bebek filan diye bir şeyler uydururduk. O da "bilemediniz Bok yazdım Boook" diye bizimle kafa bulan birisiydi. Hep beraber kahkahalarla gülerdik. Onun her gün işe gidiyor olmasına, babamın Türkiye'nin bilmem neresinde sondaj yapmak için günlerce bazen haftalarca evden uzakta olmuş olmasına rağmen aile sevgisinden mahrumiyet hissimiz yok. Yeterince sevildik. Fiziksel mesafeye rağmen yakınlıklarını her zaman hissettik. 

Bir gün birisi bana yakınlıktan ne anladığımı sormuştu? Çok kısa düşünüp cevabını verebilmiştim. Yakınlık diye tasvir ettiğim şey fiziksel mesafe olarak adlandırdığımız şey değil. Can sıkıcı tarafları da olsa birbirini seven iki insanın arasındaki fiziki mesafeyi korkutucu bulmuyorum. Manevi mesafe asıl çekindiğim şey ve onun için iki kişi yanyana aynı koltukta bile duruyor olabilir. Fiziksel olarak bir aradayken yakınlaşamıyor olmak bende klostrofobi (kapalı yer korkusu) duygusu oluşturuyor. Özellikle Pazar kahvaltılarında dışarıya çıkan çiftler var mesela karşılıklı oturup kahvaltı boyunca birbirleri ile tek kelime konuşmuyorlar. Ben o masaların yanında bile oturamıyorum. Geçen haftaların birinde Cengiz Baysal ile birlikte akşam yemek yiyorduk, sıradan bir pidecide. Yanımızda bir çift var yaşlıca. Adam tüm yemek boyunca akıllı telefonu ile ilgilendi. Kadın sadece oturdu. Çaylarına kadar içtiler. Sonra hiç konuşmadan kalkıp gittiler. Kadın güzel giyinmişti, belli ki dışarı çıkıyorlar diye özenmiş. Ben bu durumu farkettim canım sıkıldı, Cengiz farketmedi. İşte algı böyle bir şey. Bazıları için önemli bir detay bir diğeri için sıradan bir şey olabiliyor.

Her şeyin zıtlığı kendisi ile birlikte geldiğine göre yakınlık dendiğinde uzaklığın da resmin içinde olması gerekiyor, öyle değil mi? Yakınlığın oluşabilmesi için kendi uzaklığı ile birlikte gelmesi lazım. Yakınlığı Türk Dil Kurumu "Yakın olma durumu veya Duygusal bağ, akrabalık ilişkisi" olarak açıklamış. Akrabalık ilişkisi kendini açıklıyor ama duygusal bağ iki kişi arasında nasıl oluşuyor? Ben yakınlığı bir sürü koşula bağlamaktansa bir yolculuk gibi görüyorum. Ama tek yönlü bir yolculuk değil elbette, gitmeli gelmeli bir yolculuk. Dolayısıyla iki kişi arasında zaten gözle görülemeyen bir uzaklığın var olması gerekiyor önceden. Arada bir uzaklığın olmadığı varsayımıyla birisiyle zaten duygusal bağ kuramıyorsun. Baştan bir mesafe olduğu algısının oluşması lazım. Yakınlık sanki gözle görülebilir maddesel bir araç gibi bu uzaklık düzleminin içinde iki yöne doğru hareket ediyor. O düzlem içinde gitmeyi bilmek kadar geri dönmeyi de bilmek lazım. Geri dönmek mesafeyi algılayabilmek için önemli. Ne kadar gidip ne kadar geri geleceğini sürekli bir dengede ölçmen gerekiyor. En önemlisi bunu yapabilmek için bir heyecanın olması gerekiyor ki mesafeler önemini yitirsin, eylemin kendisi anlam kazansın. 

Birisi ile yakınlaşmak istediğinde bu sürekli eylemi yerine getirecek motivasyonu nereden buluyoruz? Sanırım bunun cevabı meraklı bir heyecandan olmalı. Heyecan olmadan eylemde bulunamayan varlıklar olduğumuza göre. Heyecanı ayakta tutmak ise kişisel bilgilerden, başka türlü değişkenlerden oluşuyor. En zoru bu kısmı. İçimizde doldurulamayan o boşluktan oluşan bir merak var. Hepimizde farkındalık seviyesi farklı ama işte o boşluk orada duruyor. Var yani. 

Bugün bir arkadaşıma "yakınlık sence ne demek"' diye sordum? "Uzağın içinde yol gitmek bence yakınlık, yaklaştıkça yaklaşamamak belki. Belki hep istek duymak... Yakınlık uzaklığa dönüşüyor yol gitme durursa" dedi. Benim hissetiklerime çok benzer bir dil bu. Hep istek duymak bu yolculuk motivasyonun ta kendisi. Ben iki kişinin birbirleriyle hiç iletişmeden (konuşmaları gerekmiyor bir bakışma da olabilir) yanyana durduğunda içlerinden birinin iletişmek istediği hissini kapılırsam hala hayat var diye düşünüyorum. Ama o kişi için derin bir üzüntü hissediyorum. Çünkü yolculuk yapmak istediği yerde maalesef artık kimse yok. İki kişi de aradaki uzaklıktan rahatsız değilse orada yakınlığın ölümü gerçekleşmiş demektir. Bazılarımız bu ölümle yaşamayı kabulleniyor. 

Yakınlığın her zaman sürekli ve güvenli bir yolculuk olacağı konusunda hiç bir zaman verilmiş bir güvence yok. Buna rağmen deniyor olmamızı anlamak, açıklamak çok zor. Heyecanı ayakta tutmak kısmı kişiselleşince iki uçtan birisinin diğerinden tokat yemesi (mecazi) an meselesi. Kişisel değişkenler ya da değişmeyenlerin tutucu başkaldırısı ortaya çıktığında diğerine yolculuğu bitirmek kalıyor. Bu değişkenlere bu yazıda girmeyeyim amacım yazıyı uzatmak değil merkeze yolculuk fikrini almak. Belli ki yaşananlardan bana arta kalan yakınlık konusu oldu. Bir dönem yazdığım, Beklemek başlıklı yazılarım gibi bir seriye dönüşebilir gibi gözüküyor. Olsun varsın. 

Bu aralar şiir okuyorum. Yazıyorum da. Elimden bir tek bu geliyor. Bazıları şarkıya dönüşüyor. Bazıları ile bakışıyoruz. Paylaşım şekli yakında kendi ihtiyacından doğar. 

Murathan Mungan'ın o lanet, o baş belası şiiri Yalnız Bir Opera'dan bir alıntı :


 "O boşluk doldu sanırsınız
      Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir

      gün gelir bir gün
      başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
      o eski ağrı 
      ansızın geri teper.
      Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
      Bitmişsinizdir."


İki göz yaşı dökmeden okursanız şiiri bir daha bu sayfaya geri dönmeyin!

Not: TDK'ya göre Uzaklık 
1. isim Uzak olma durumu, ıraklık
"Duvarın yüzünde birbirine otuz arşın kadar uzaklıkta sımsıkı kapalı iki büyük kapı vardı." - H. R. Gürpınar
2. matematik İki nokta arasındaki uzay ölçümü, mesafe




No comments: