|
center Malmö. bu arkadaşlar yeni. sokak çalgıcısı |
Şu
anki durumum bir gerilim senaryosu için ideal. Sağım solum arap ve
afrikalı çocuklarla dolu. Önümde arkamda çarprazlarımda her
koltukta bir ebeveyn ve sağında solunda ikişer çocuk oturuyorlar.
Şimdilik korktuğum kadar kötü değil ama bağırıp çağırmalar
yavaştan başladı. İçeride bayat bir koku var. Hem sese hem de kokuya aşırı duyarlı bir
insan olarak bu veletlerle yolculuğun sonunda ne hale geleceğimi
kestiremiyorum. Kopenhag'a şimdi yolculuk. Oradan en güzel tren yolculuğunu yapıp Malmö'ye geçeceğim okyanusun üzerindeki
değirmen tarlasını görerek...
Uçağa
bindiğim anda içimden konuşmaya başlıyorum. Nadiren birisiyle
uçuyor olsam ve yanımda olsa da bir çeşit alışkanlık sanırım,
yazmazsam olmuyor. En son yurt dışına konsere gitmemden bu yana 8
ay geçmiş. Benim için çok uzun zaman. O seyahattaki sağlık
problemlerim canımı sıkmıştı biraz fiziksel yorgunluk
da vardı, yerimde durmayı tercih ettim bir süre. Durmasaydım daha
iyiydi sanki, ama durdum işte. İnsanın öğrenmesi gerekenler
olduğunda durması gerekiyor zaten. Hareket halindeyken sadece bilgi
topluyorsun. Ne olup bittiğini anlamak için zamanla durağan bir
ilişki kurmak gerekiyor. Daha da henüz anlayamadım. Hala deniyorum.
Havaalanına geldiğimde İstanbul'da en çok anımın nerede olduğunu düşündüm.
Kesinlikle Atatürk havalimanı. Karşılamalar, karşılaşmalar, birleşmeler, ayrılıklar, sevinçler,
üzüntüler,açlık, parasızlık, kayıplar dahil her türlü eylem
ve duygu var. Bu aralar ayrılık yüzünden olsa gerek geçmişi çok
düşünüyorum. Başka ayrılıklar, buluşmalar hatırlıyorum.
Hayatımdaki ilk depresyonumu yaşadığımda 29 yaşındaydım.
Birisini ne kadar sevdiğimi anlayamadığım ancak ayrılıktan
sonra farkedebildiğim için dağılmıştım. Sevdiğine, kendini
farkedemediğin için yapılan haksızlık bana yaşadığım
herşeyden ağır gelmişti. Senelerce atlatamadım. Taa ki bir gün,
sekiz yıl sonra ona karşı hislerimi gerçek bir mektupla anlatıp
yollayana kadar. İlişkimizi hiç koparmadık. Benim depresyonla
mücadelemde yardımcı oldu. Başka memleketlerin insanı olarak
ayrı ülkelerde yaşıyorduk ama daha ayrıldığımızın ilk
haftasında üstünde 'yanındayım' yazan çiçek yollamıştı.
Öyle sürprizler yapmayı severdi, turneye gittiği yerlerden bir
şeyler yollardı zaten. Duygu çatışması içinde kaldığım
belliydi, iyileşmem için destek olmak istiyordu. Onu terketmiş
olmama rağmen seviyor olduğuma güven duyduğunu düşünüyorum.
Bir gün bana yeniden eski sevgilisine aşık olduğunu anlattı.
Seneler sonra konser için İstanbuldayken onunla evlenecek olacağını anlattı.
Kanser olduğunda ilk bana telefon açıp anlattı. Son kemo
terapisinde yanına gittim. Atlattı kanseri. Çocuğunun adını Pia
koydu. Seneler sonra ancak elle yazabildiğim mektubuma elle cevap
yazıp, hem ilişki içinde olduğu insana sahip çıkan hem de benim
hislerimi incitmeyen harika bir cevap yazmıştı. Ama zamanında ne
kadar da incitilmiş olduğunu tek bir cümle ile öyle güzel
anlatmıştı ki... Hayatımda aldığım en dürüst ve gerçek
hisler barındıran mektuptur. Hala birlikte çalıyoruz. Albümler
yapıyoruz. Onu gidip heyecanla aldığım havaalanından dönüşünde
yolcu etmeme izin vermemişti. Sonra defalarca konserler için
geldiğinde alıp geri bıraktım. Ama o bir sefer dönüşü olmayan
yoldu. Varlığına müthiş değer verdiğim birisidir. O değer de
öyle kolay kazanılmıyor işte. Neler neler atlatıyorsun...
|
Sevince saklıyorsun şeylerini biliyor musun? Bunu kitap ayracı yapmışım. Kitabı da bitirmeye kıyamadığım 20 sayfası için yanıma almıştım içinden çıktı. İşte hayaller Stockholm gerçekler kitap ayıracı! |
Herkes
hep çok sevilmek istiyor, artık. Olduğu gibi kabullenilmek ve
sevilmek istiyor. Ama kimsenin olabilmek için hiçbir şey yapası
da yok. Tükenmişlik kendi ihtiyaçlarını, yapmak istediklerini
sorgulayamadığın, kapasiteni bilmediğin zaman kaçınılmaz son.
Kendi tükenmişliğinde insanlar çaresizlik içinde yakınındakini
de peşinden sürüklüyor. Türkiye'de arada kalmışlığımız,
bir kültüre, yere ait olamamışlığımız amorf başka bir kültür
(buna kültür denilemez ama) yaratmış gibi gözüküyor. 90larda
coşkuyla karşıladığımız Globalizm de bu konuda dünyanın
başına dert oldu. Dürüst olmayan davranışlardan herkes muzdarip
fakat kimse dürüst ilişkiler yaşamak istemiyor. Çünkü o kadar
zor ki! Açlık en kuvvetli dürtü, tek motivasyon oldu artık.
İnsanlarda bitmek bilmeyen bir açlık yaratan sistemin ortasında
yaşıyoruz. Etkilere açıksan kendini koruman iyiden iyiye
zorlaşmaya başladı. Sürekli uyaranlar var etrafımızda. Ama
açlığı bastırmak, hemen gidermek için yapılan her çabuk eylem
arkasından daha fazla açlık ve susuzluk getiriyor. Tıpkı
atıştırmak gibi, fast food yemek gibi.. Daha fazla şiddetin,
şiddet ihtiyacının olması en yakınımızdaki insanlarda bile
işte bu yüzden. Cinsel açlıkla saldırmak ile obezite aynı
koridorun sonu. Açlıkla duygular karışıyor, kontrolsüzlük
başlıyor. Durmadan boşuna zombi filmi çekilmiyor. İnsanlık
zombileşmek istiyor. Açlıklarını gidermek için sokaklarda başı
boş dolaşmak ve gerçeklikle, GERÇEK olanla beslenmek, onu vahşice
parçalayıp yoketmek, yiyip bitirmek istiyor. İnsanoğluna o çok
meraklısı olduğu salgın hastalık çoktan geldi bile. Dünyada kalan
bir kaç gerçek kişinin verdiği mücadele mi yaşamak sanatı?
Filmlerdeki, dizilerdeki gibi mi? Her yerde şikayet ettiği şeye
dönüşen insanoğlu. İkiyüzlü, yalancı ve sahtekar. Dünyayı
yiyor, iklimleri yiyor, hayvanları yiyor, zayıfları yiyor,
fakirleri sokaklarda bırakıyor, köylüyü topraksız bırakıyor,
madenlere hapsediyor, çöpünü ayrıştıranla, aydınla entel diye
dalga geçiyor, klasik müziği eski, sanatçıyı ciddi diye hor
görüyor, küçük araba kullananı trafikte aşağılıyor,
bisiklete bineni taciz ediyor, çalıp çırpıp haczediyor. Gerçeğe
tecavüz ediyor yetmezse öldürüyor. Hatta kafasını kesip
yakıyor. Hızla açlığını bastırmak... Bir anlık haz için.
Hazzın kalıcılığı ancak sanattan kültürel aktiviteden keyif
almakla oluyordu, öyle değil mi? Yaratıcı aktivitede bulunmak.
Atıl enerji için mesela spor yapmak. Kimsenin vakti yok. Vakti de
yiyorlar. Heyhat bir insanın VARlığını hala ona ancak gerçekten
dokunarak anlayabiliyoruz. Dokunacak GERÇEK bir şey varsa tabii.
Birisine sen çok özel birisin dediğimizde onu yiyip bitirmek
üzerine değil, gerçekten dokunmak ile ilişki kurduğumuz zamanlar
vardı. Ama bir zombi sanattan, aşktan ne anlasın?
|
Tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Bu İsveç Mart ayının gülü Semla. |
Konu
aslında ne sizinle ne de benimle ilgili. Konu inanmazsınız Tayyip
de değil. HDP de değil. Fakat olan oldu bence. Biz artık resmen
birbirimizle yaşayamıyoruz. Yaşamak isteyen ufak çocuklar kaldı
içimizde. Bütün hatalarıyla tüm günahlarıyla anneleri
tarafından sevilmek isteyen küçük kırgın çocuklar. Ergenliğini
yaşayamamış bir sürü yetişkin ergen. Kızgın ergen. YERGEN.
Ama yetişkin hayatı öyle değil maalesef. İyi ki de değil! Geçen gün bir şeye şahit oldum; araba kullanıyordum, kaldırımda
bir adam ilişti gözüme elinde bir zarf tutuyordu, açtı ve
okumasıyla havaya sıçraması bir oldu. Müthiş bir sevinç vardı
yüzünde. Kahkahalar atıyor bir taraftan da etrafında bakıyordu.
Önce arabayı kenara çekip hemen gidip sarılmak istedim adama. İçim
mutlulukla doldu. Çünkü insan işte böyle bir şey. Sosyal
hayvan. Sevincimizi de üzüntümüzü de paylaşınca anlam
kazanıyoruz. Sonra içimi yoğun bir hüzün kapladı. Çünkü
insan işte böyle bir şey. Sevincimizi de üzüntümüzü de
paylaşınca anlam kazanıyoruz. Ya.
havada bir yerde, saat 11.15 am ya da 12.15 pm
Notlar hep uçaktan sonra yazılırlar...
Not1: Kalbim kırık.
Not2:
Kıbrısta kaybettiğime emin olduğum küçük yeşil cüzdanım ve
içinde konserden kazandığım para, kartlarım vs her gün ama her
gün kullandığım siyah çantamın ön gözünden çıktı! Malmö'de. Nasıl
olabilir? Bilmiyorum işte tanımsız olan şeylerden biri. Böyle olması gerekiyormuş. Böyle oldu!
Not3:
Her geçen gün artık bağırarak kavga etmeyi öğrenmem
gerektiğine ikna oluyorum.
|
yok canım sağol. ben orijinallerini görmeye geldim. |
Not4: Yetişkin olmayı öğrenmek üzerine müthiş eğlenceli bir yazı;
The subtle art of not giving a FUCK
Not5: Aşırı kırmızı rujlu takma kirpikli tayt giymiş kadınların %80'i ortadoğulu burada. Dikkatinizi çekerim! İsveçliler olduğu gibi. Tayt ve kırmızı ruj olmayan bir ülkede hala güzel (seksi) bir kadın gibi hissedebilmek... Teşekkürler medeniyet.