Ben uzun bir zamandır müzik dinleyemiyorum. Müzik derken formu olan, imgesel, armonik ve ritmik fikirlerin sanatsal değerler ve estetik gözetilerek düzenlendiği büyük ölçekli müziklerden bahsediyorum. Bunun sebebinin neler olduğunu biliyorum ama hayatımın merkezinde duran, beni bunca senedir hayata karşı coşku içinde tutan bir eylemin önemini yitirmekte olduğunun da farkındayım. Bunun karşılığı olarak hayatta hiçbir şeyden eskisi kadar keyif almadığımı (yeniden büyük oranlı coşkulardan bahsediyorum) üzülerek hatta biraz endişeyle fark ediyorum. Bunun en önemli sebebinin gerçek anlamda gerçek müzik dinleyememek olduğunun altını çizmem gerek.
Bu neden oldu?
Öncelikli sebebi ne dinleyeceğimi ve nereden bulacağımı bilememek. Müzisyenler yeni bir enstruman çalmaya başladığında çalışmaya nereden başlayacağını bilemez. Onun gibi bir kafa karışıklığı. Bir müzisyen, hem de besteci nasıl olur da ne dinleyeceğini bilemez diyebilirsiniz. Ne dinleyeceğimi cidden bulamıyorum. Kayboldular. Spotify, Apple Music, Deezer benzeri platformlardan, dinlemek istediklerimin ne olduğunu görüp anlayamıyorum. Bir şey dinliyor sonra dağılıyor ve başka bir müzik dinlemeye başlıyorum. Herkes gibi, Netflix gibi bir platformdan izlediğim bir dizide bir parça duyunca Shazam ile ne olduğunu bulup (zaten hep bu amaçlarla o müzikler o dizilere ekleniyor) gidip bildiğimiz platformlardan bulup indiriyorum. Sonra bir daha gidip o parçaları dinliyor muyum? Hayır. Çünkü görüntüyle birleştirilen müzik kafamızda başka bir alanda saklanıyor. Sonra o müziği (çoğunlukla bayat ve banal bazı müzikal fikirlerin üzerine kurulmuş şarkılar diyelim) gidip dinlediğinizde herhangi bir tarafımıza dokunmuyor zaten. Ne pop, ne rock, ne de tüketilebilir başka stil müzikler tarih boyunca bu kadar şanssız olmamıştı.
Görüntülerin kölesi şarkılar. Her konuyla örtüşen, sözleri benzeşen şarkılar. Tek başımıza görüntüdeki konuyu düşünemiyoruz artık bir şarkı eşlik etmeden. Konu Ayrılık mı? Ayrılık sözleri olan şarkı arkada çalmaya başlıyor. Geçenlerde Osho'nun Amerika'daki karanlık geçmişi ile ilgili Wild, Wild Country belgeselini izledik. Her sahnenin arkasında yüksek sesle, sözü konuyla ilgili müzik döşenmiş. Yahu belgesel bu! Gizli marka yerleştirmek gibi, bu müziği dinleyeceksiniz baskısı. Gerçi filmlerde marka reklamlarının da gizli bir tarafı kalmadı ya! Ticari filmler desen her biri Wagner'den, Richard Strauss'tan, Mahler'den aşırma kornolar, trombonlar, tubalar... Heyecan mı var? Ver çelik üflemeli enstrümanlara kuvveti. Romantik sahne mi var? Döşe yaylıları. Sonra konser salonlarında kimse klasik müzik konserine gitmez tabii. Görüntü yok, heyecanlı gelmiyor. Eskiden oturduğumuz yerde kendimiz kurardık hayalleri, atlılar koşuyor, cadılar dans ediyor, şimdi denizde dalga vs... Eser dinlerkenki hayal gücümüzü de elimizden alıyorlar, veriyorlar görüntüyü müziğe (bilerek görüntüye müziği yazmadım), oldu mu sana 2 saatlik macera filmi? O filmlerden çıkınca derhal eve gidip uyumak isteyecek kadar yorgun hisseden bir tek ben miyim?
Ben neden müzik bulamıyorum?
Artık kendi aramızda müzik konuşmaz olduk. Eskiden bir araya gelince oturup müzik dinlenirdi. Şimdi kişiler listeler paylaşıyor ve varsayıyor ki hakkında konuştuk! Halbuki sadece albümün üstünde ismi yazan kişiler değil yapımcılardan, mix mastering yapan kişiye, stüdyoya konuşulurdu albümler. Kate Bush'un albümünde Jeff Beck'i duymak ve ayırt edip heyecanlanmak, elindeki kapağa bakıp ismini görmek mesela. Brian Eno'nun U2'nun albümlerinin prodüktörü olduğunu bilmek ve başka birisinin albümünde dinlerken o dokunuşu duymak gibi. Çeşit çeşit müzik insanına hayran olmak, işlerini takip etmek gibi şeylerden bahsediyorum. Bir albüm kapağının uzun uzun incelenmesinden bahsediyorum. Şimdiki gibi küçücük fotoğraflara sıkışmış icracı sanatçı adı dışında o albümde kimler neler yapmış kaç kişi bakıyor? Eskiden yoktu şimdi arzu edersen yazabiliyorsun diyorlar. Ama cidden, kaç kişi bakıyor kayıt edildiği stüdyoya kadar? Neden bakmıyoruz biliyor musunuz? Çünkü kişisel değil. Çünkü eğlenceli değil. Saatlerini iş için bilgisayarda geçirmekte olan birisi bir şarkıyı da bilgisayarda arka planda dinlerken içini açıp mixleri kim yapmış diye bakmıyor. Ben de bakmıyorum, çünkü çok sıkıcı. Tıkla tıkla tıkla... Arada başka reklamlar, görsel onlarca başka şey... Kimsenin ismi aklımda kalmadığı gibi albümlerin senelerini bile çoğunlukla bilmiyorum. En çok da şarkıların ismi dışında kime ait olduğunun yazmamasına sinir oluyorum. Tüm krediler albümün sahibine gidiyor. Halbuki çoğu zaman icracıların yazılan müzikler üzerinde çok az payı var (ticari müziklerde). Onlarca örnekten aklıma gelenlerden; Ozan Musluoğlu'nun albümüne parça verdim, birlikte çaldık, ismi Yellow Moon. Ama hiç bir yerde parçanın benim olduğu yazmıyor. Bertuğ Cemil'e aranjman yaptım mesela, o şekilde yazmıyor. Bunu artist dikkat etmeye çalışsa da bazen yapamıyor. Sistem izin vermiyor. Birazdan nasıl oluyor anlatmaya çalışacağım.
Marcello Allulli ve Emanuele de Raymondi ile İtalya'da çıkan KAPI albümünü geçen sene elektronik ortamdan biz dağıtalım dedik. 2 ay boyunca istediğimiz isimle dağıtmak için mücadele ettik ve en sonunda biz vazgeçtik, albüm onların istediği gibi dağıldı. Öncelikle dağıtımcı standart olarak albüme üçümüzün ismini yazmamıza izin vermedi. Her albüme Selen Gülün feat. Allulli & De Raymondi yazmak konusunda ısrar etti. Halbuki biz projede soyadlarımızı kullanıyoruz, proje ortak proje olduğu için. Buna izin alamadık, albümün orijinali o şekilde basıldığı halde. Bu karmaşa albümün Spotify'da Gülün diye tuhaf bir sanatçı ismi ile, itunes'da Gülün, Allulli & De Raymondi diye "&" eki ile çıkmasına sebep oldu. Her ortamda sanatçı ismimiz farklı basıldı. İstediğimizi yazdıramadık, olmadı. Telifleri de bu sebepten gerektiği gibi alamıyoruz. Benzer şekilde ben CDBaby'den Solo albümümü yeniden dağıtmak istediğimde itunes'da önceki dağıtımda parça isimleri bir, üç, beş... olarak yayınlanmış albümümü bu sefer isim vererek yayınlarız ancak diye yayınlamak istemediler. Bir, iki, üç... gibi isimler olursa bulunması zor olurmuş! Sana ne diyemiyorsun. Saçma sapan bir takım ortak dağıtım stratejileri geliştirilmiş. Hiçbir esneme yapmıyorlar. Halbuki benim solo albümüm tamamen doğaçlama kaydedilmiş albüm ve track isimleri yok! YOK yani OLAMAZ albümün doğasına aykırı! Açıklamam işe yaramadı ve her birine aklıma estiği gibi, hiç değilse orada doğaçlama doğasından vazgeçmeden isimler yazıp öyle bastırabildim. Sorsanız 3. parçanın ismi ne, bilmiyorum. Kadınlar Matinesi albümümde beraber çaldığım arkadaşlarıma kredi veremediğim için her parçanın yanına Selen Gülün feat. Ceyda Köybaşıoğlu & Monika Bulanda yazmak istediler, olmadı tabii. Format buymuş! Böyle bir saçmalık. Kim ki kendi müziğimi dilediğim gibi bastırıyorum dijital ortamda oh ne güzel oldu böyle diyor, bilin ki doğruları söylemiyor. Böyle onlarca değişik standartlaştırma durumuna maruz kalıyorsun. Kendi istediğin hiçbir şeyi istediğin gibi yayınlatamıyorsun. Mesela KAPI albümü için ne kadar istesek de kredileri parçalara yazdıramadık, izin verilmedi. Bu yüzden ben tüm albümlerimi ayrıca bandcamp'e tüm kredilerini vererek koyuyorum.** En azından aklım rahat! Ama kim bakıyor, meçhul.
O zaman yeni bestecileri, yeni eserlerini nasıl keşfedeceğim ben? İşte esas sorun bu. Aslında bu işler hep kulaktan kulağa yayılıyor. Birisi bir besteciden bahsediyor ya da bir yazıda okuyorsun. Oradan buradan Shazam'lama şansın olmadığı için yine eski sistem, bir bilene soruyorsun. Ya da bulabileceğin ortamlarda geziyorsun. Ama bu ortamlar maalesef Spotify, Deezer vs... değil hala. Makale okuduğun, ciddi kredisi olan yayınlar. Bir de birisini keşfetsem de nasıl dinleyeceğim sorunu var? Gün içinde o kadar çok müziğe maruz kalıyoruz ki bazen yaşantımın arka planında benim seçimim olmayan müzik listesi ile yaşıyormuşum gibi geliyor. Taksi, lokanta, bekleme salonları, alışveriş merkezleri, vapur, uçak ve hatta masaj odaları filan derken insanda müzik dinleyecek hal kalmıyor. Sürekli müziğe tabiiyiz. Ve kendi seçimlerimizle dinlediklerimize değil. Bir yemek tarifi mi bakacaksın o çirkin, ıslıklı, nedense çok neşeli stok müziklerle karşılaşıyorsun. 1 dakikalık bir video mu var sosyal medya'da, muhakkak ardında o çirkin stok müzikler. Tüm bunlar benim müzikle olan şahsi, kendime ait, belki biraz gereğinden fazla hassas ilişkimi yok ediyor. Gerçekten kafam şişti arkadaşlar! Oturup uzun bir süre müzik dinleyecek takatim kalmıyor. Ben de bu sebepten sabahları müzik dinlemeye başladım. Henüz gün çılgınca başlamadan. Ve plak dinlemeye çalışıyorum. Çünkü kulaklarım bir albümü baştan sona dinlemeyi özlüyor. Gerçek bir şey olduğunu elimde tutarak, plağı elimle yerleştirerek. Şarkı listeleri değil. Eylemin kendisi bile duygu olarak bana iyi geliyor. Ama yeni bestecileri plak yoluyla bulup dinlemek pek mümkün değil.
Peki sanat formundaki müzik ölmesin diye ne yapmalıyız?
Zamanında İlhan Mimaroğlu'nun bir yazısında ütopya kurgusu olarak belki müzikler sadece bir kere dinlenmeli yazdığını okumuştum, popüler olamadan tarihe karışmalı, tekrar tekrar dinlenmemeli. Böylesi radikal bir harekete gerek olmadan yapılacak olanlar ama yapılmayanlar aslında belli. Okullarda müzik eğitiminin yeniden programa alınması ve çocuklara müzik dinlemenin keyfi öğretilmeli. Müzik enstrümanı çalmanın çocuklar üzerinde ne kadar harika bir etkisi olduğu her yerde paylaşılıyor ama nedense gerçek hayatta uygulanmıyor. Kendi müziğini yapan, sanat formu müziklerden uzaklaşmadan üretmeye devam eden kişileri bulup dinlemeye başlamalı, çaldıkları yerlerde canlı canlı dinlemeye gitmeliyiz. Orijinal müziği destekleyen ufak müzik kulüplerinin devamını sağlamak için arada ziyaret edip canlı müzik dinlemeliyiz. Güzel müziklerle tanışmanın daha heyecan verici bir halini düşünemiyorum. Kültür sanat mekanlarımızı sık sık ziyaret etmeliyiz. Yoksa lütfen gerçekçi olalım, AKM gibi bir yerin yıkılabilmiş olmasında hepimizin parmağı var. Yerel orkestraların konserlerine gitmeliyiz. Bilet alıp operaya baleye gitmeliyiz. Koroların, gençlik orkestralarının konserlerine gitmelitiz. Yaratıcı müzik ve müzisyenler medya'da daha fazla yer almalı. Belki eleştiri yazmalıyız. Konser mekanlarını yazmalıyız. Arkadaşlarımızla yerel kulüplerde müzik dinlemek için buluşmalıyız. Aslında hiç de zor değil.
Tokyo'da yaşanılan hayatta gördüğüm en önemli etkenlerden biri çalışan insanın işten çıktıktan sonra mahalle caz barına, konser salonuna, kulüplere müzik dinlemeye gidiyor olması. Bazen tek başına üstünde döpiyesi, james bond çantası, yüzünde meşhur toz maskesi... Aydın, entelektüel insan sorumluluklarından birisinin de sanat formlarına sahip çıkmak olduğunu anlamak zorunda. Her nedense geç ama hızlı bir değişkenlikle gelen yüzyıl kırılmasına karşı yaşamakta olduğumuz alıngan şaşkınlığı silkeleyip harekete geçmeliyiz.Yaratıcı müzik ve müzisyenlik ancak biz sahip çıkarsak yaşamaya devam edebilecek gibi gözüküyor. Bu konunun bir de müzisyen açısından bakılması gereken tarafları var. Onun içinde en az 3 ciltlik bir ansiklopedi yazmak gerekiyor sanırım. Ansiklopedinin ve ciltin ne olduğu merak eden genç arkadaşlar arkada çirkin neşeli bir müziğin çalmadığı bir video bulup baksın. Ya da wikipedia'ya baksın diyeceğim ama aaaaah... ah!!!
*The Devaluation of Music: It’s Worse Than You Think
** albümlerimin kredilerini ve sözlü olanların sözlerini yazdığım: selengulun.bandcamp.com
*** ilgimi çeken yeni bestecileri takip etmeye çalıştığım bir YouTube sayfası: incipitsify
5 comments:
ahhhh Selencim...narrative degisti..o eski buyuk narrative'ler yok artik..bende bazen neye tutunacagimi
bilemiyorum..kafam ruhum cok karisik..yogun yazmissin simdi bir daha okuyacagim :))
Can. cok haklisin. en cok bize surpriz oldu gibi hissediyorum ben, muzisyenlere. hayatin boyunca calistigin, hala da pek beceremedigin derinlikte bir sanat dali gozumuzun onunde yok oluyor. baya enteresan donemlerden geciyoruz.
namegusta..indeed..
Merhaba, bloguma beklerim ; https://aleynacan05.blogspot.com/ :)
Ben okuyorum hala albümlerin içini dışını sağını solunu, yanını yöresini... Ama sanki eskiden de azdı gibime geliyor bizim gibi insanlar. Spotifyı da plak dinler gibi dinliyorum örneğin, albüm by albüm, ama ortaya karışık çalmaya başladığında da yeni müzisyenler tanımaktan hoşlanıyorum açıkçası. Neyse... Benimkisi amatör dinleyicilikten öte değil elbette... Acıyı aynı derinlikte hissetmiyor olabilirim bu sebeple. Tez vakitte Japonya'da lokal Jazz barda sanatçıya suşi ikram edip bir de öyle bakıcam duruma artık :)
Post a Comment