Monday, March 14, 2016

Belki bizim hesabı onlar isterler.

Ses çıkarmak gerekiyor. Ama çıkmıyor ses. Bugün boğazım ağrıyor çok. Yutkunmaktan, susmaya çalışmaktan ve içimden bağırmaktan sesim kısıldı. 10 Ekim'deki Ankara Barış Mitingi bombalamasından hemen sonra da bel fıtığı olmuştum. Kasılıp kalmıştım öyle!

Öleceğiz diye korkuyoruz. Çünkü ölebiliriz, artık biliyoruz. Gezi olayları esnasında "%50'yi evde zor tutuyorum" denildiğinde içinde askerler ve polisleri de barındıran bir söylem oldugunu anlayamamıştık. Millet birbirine kırılmaz, birbirini kırmaya çalışmaz zannettik. Karşılaştığımız tüm polis terörüne rağmen. Megerse tamamen yok edilmek varmış o söylemin ucunda. Bunun korkusundan hepimiz, ama hepimiz yavaş yavaş sokaklardan çekildik. Bu halin vicdan hesaplaşmasında da yenilip birbirimize tavsiyeler verdik; "Aman abi boşver ya... Aman kardeşim yapma yaa... ". Denedik 1 Mayıs'ta geçemedik yolları. Aynı sene Hrant Dink (sessizlik) yürüyüşünde de tek koridordan verilmiş yolumuz dönüşte kesildi, gazlar, coplar bildiginiz hikayeler. Geçen sene 1 Mayıs'ta ilerleyemedik bile. Çoğumuz evden çıkmadı zaten. Çünkü biliyoruz ne olacak artık. Zorla öğretildi bize. 

Neden susuyoruz? İçeri tıkıyorlar, öldürüyorlar diye mi? Sanmıyorum. Susuyoruz çünkü söyleyecek sözümüz bitti. İnancımız kalmadı. Çünkü kafamız karışık. Örgütlü olamıyoruz. Sol örgütlerin hemen hepsi birbirine kızgın. Uslu uslu duruma itiraz etmek isteyenlerle kavgasını etmek isteyenler birbirleriyle anlaşamıyorlar. Sözde de anlaşamıyorlar, eylemde de. Bize ne oluyor? Örgütlü değilsek, ancak yine de örgütlülüğe inanıyorsak ne olacak? Tek başına ne gücümüz var ki? O kadar yalnız kaldık ki aynaya bakamıyoruz korkudan, endişeden. Terkedilmişlik duygusu içinde, hep başına bir çoban arayışı içinde olacağı işte buydu. Forumlar oluşturduk, yine bir arada duramadık. Neden? Çünkü gerçekten birbirimize söyleyecek bir şeyimiz yok. Belki bir arada dursak üretecektik, ürettigimiz şey her ne idiyse değerlendirip, zamanla ona bir değer biçecektik, ama ömrü yetmedi. Çünkü birbirimize de inanmıyoruz. Ben üst komşumun yürürken çıkardığı topuk sesine gıcık oluyorum, o benim piyano çalıyor olmama, apartman yöneticisi kedi sevenlere takık, öğretmen öğrencisine çalışmıyor diye kızıyor, tezgahtar aslında fırsat verilse bilim adamı olacakmış fakat imkan bulamamış gibi bir kızgınlık duygusu içinde işinden nefret ediyor, sana da hizmet vermek istemediği için azarlıyor falan filan. Kimse kimseyle bir arada durmak istemiyor. Aydın, okumuş, meraklı insana tahammül edemez olduk. Özünde bir şekilde herkes mutsuz olmak istiyor. Bu durumdan nasıl çıkılır? Aslında sanatla. Ama o da kimsenin umrunda degil. 

Bu gereksiz tespitleri burada bırakmalı(yım). Herkes durmadan şikayet ediyor zaten. Dün Ankara'da yine bomba patlatıldığında dışarıdan bir göz olarak (artık ne kadar mümkünse) gördüğüm tek şey herkesin birbirini suçlayan bir dil ile birbirine nasıl saldırdığı oldu. Terör eylemini kimin yaptığının bile önemi kalmıyor bu durumda. Küfürler, nefret sözcükleri havada uçuşuyor. Halbuki çoğumuzun politik görüşü duruşu zaten hep birbirinden farklıydı. Benim siyasi görüşüme tamamen zıt hayatlar yaşayan insanlarla konuşamamak gibi bir problemim (maalesef hala) yok. Zaten bir arada durmanın başka bir anlamı yok. Farklılıklarla genişliyoruz. Birbirine tamamen benzeyen iki kişinin çok büyük aşkı diye bir sey duydunuz mu? Gerçekten bir arada durmak isteyenler böyle toplumsal acıları birlikte göğüslemek isterler. Biz de hemen ötekileştirme devreye giriyorsa zaten ezelden beri yanlış giden bir şeyler vardı demek olmuyor mu? Senden de ölüyor kardeşim benden de merak etme, hep birlikte yüzleşiyoruz bu durumla. Ama görünen o ki gerçek muhataba asla hiç bir şey sorulamıyor. Kimse bu hükümete gerekli soruyu soramıyor. Soru şunlar olmalıydı; "Bizi hangi sebepten öldürüyorlar?". "Biz neden ölüyoruz?". İşin acıklı kısmı burada hükümet ile halk arasındaki uçurum o kadar büyük ve derin ki bu soruların muhatabı gerçekten yok. Kimseye soramadığımız için de birbirimizi dövüyoruz. O histeri krizi ile herkes birbirine sövüp duruyor. Çünkü sövmen gereken kişiye sövmek 6 yıldan başlıyor! Bu hezeyan, yok sayılma durumuna karşı duyulan öfke kar topunun yuvarlanması gibi. Büyüyor... büyüyor... büyüyor... Hesap soramıyorsun. "Neden öldüm ben usta? Neden çocukları emanet ettiğimiz yerde tecavüze uğruyorlar? Neden kadın cinayeterini durduramıyoruz? Neden? Neden?".

Neden?

Bu milletin gerçek muhatapa göz teması ile soru soramama hali oldum olası bana tuhaf gelmiştir. Kendini ifade etme özgürlüğü tam da burada başlıyor, öyle değil mi? Hesap sormak bile degil, sadece soru sormak; "Neden?", "Niye?". Çocuklar ölüyor gencecik insanlar ölüyor. Birer birer, bok yoluna. Sonra birileri diyor ki "Allah yolunda ölmeye hazırım". Neden ölmek istiyorsun ulan, neden? Bu kadar değersizleşmeyi kabul etmeyi aklım almıyor benim. Üniversitede öğrencilerin kapın açıkken de gelip sormak istediklerini soramadığı bir yerdir burası. "Gelin sorun bana, kapım açık" dedigimde her dönem gelen öğrenci sayısı 4'ü geçmezdi. "Senin kendini ifade etme korkun nereden geliyor arkadaşım? Gel onu da konuşalım" dersen o da işlemiyor, öyle bir kapalılık hali. 

Bu aralar en çok çocuklarla ilgilenen arkadaşlarıma kıymet veriyorum. Bir de toprakla uğraşanlara. Şu hain ortamda ikisi de sonuç verebilecek çabalar. Nereden başlanabilir yeniden yapılanmaya? İşte tam da bu iki noktadan. Çocuklara (Suriyeli, Türk, Kürt... diye ayırmadan) müzik dersi veren, resim dersi veren, dil öğreten, toplu terapi seansları yapan, anlatan, anlattıran, yaratma, kendilerini ifade etme cesareti veren çok güzel insanlar var. Bir umut varsa işte ancak orada var. Ve toprağını işleyen, köyüne dönen, organik tarımla ilgilenen, oradaki çocuklarla ağaç diken, yenilenebilir enerjiyi, suyu, güneşi, rüzgarı kullanmayı öğreten güzel insanlar. Sizin varlığınız bize bir umuttur. Artık ben de çocuklarla ilgilenmeye başlayacağım. Her zaman dillerini anlamazsam doğru yönlendiremem, cesaretlerini yanlışlıkla köreltmeyeyim korkusu ile çocuklara ulaşma sorumlululuğunu alamamış birisiydim. O yoldan döneceğim. Belki bir kaç çocuğun kendisini müzik yoluyla anlatabilmesine ışık olurum. Soru sormayı öğretirim. Bizim hesabı onlar isterler!
19.06.2010 Sedat Yağcıoğlu'nun Bianet'te yayınlanan 'çocuklar özgürleştiğinde, özgürleşeceğiz hepimiz...' yazısının görselidir. 


No comments: