Anladım ki yazmazsam olmayacak. Çünkü içimde dönüp duruyor. Madem öyle yazayım dedim, blog'uma!
13 Mart günü benim TRT'nin Caz orkestrası ve Koro için aslında 29 Ekim 2008'de çalınmak üzere sipariş verdiği eserimin (Sakin) radyoda yayınlanmak üzere kayıdı vardı. O zaman bir şekilde eseri çalmadılar. Sanırım Ankara çok sesli korosuna ters geldi eserin koro partileri. Her neyse. Sonradan duydum ki TRT Gençlik Korosu çalışıyor koro partilerini ve eser çalınacak. Bunun duyuduğum zaman Haziran 2010'du. Sevindim tabii ne güzel dedim. Sonuçta eser benim yazdığım bir eser. Ama kontratlı olduğu için de aslında artık bana ait değil, TRT'nin eseri. Yani ne isterse yapar TRT eseri, çalar çalmaz, yayınlar, yayınlamaz. Benim alıp çaldırma hakkım yok Sakin'i artık.
Ben Kasım'da Amerika'da iken sanırım eser Caz Orkestrası ile bir kez okunmuş, koro da hazır imiş kaydetmek istemişler ama bana ulaşamamışlar. Döndüğümde Gökçen Koray'ı aradım (koro şefi) ve provalar konusunda anlaştık. Koro kendisini bana dinletmek istermiş kayıttan önce. Çok hoşuma gitti ciddiyet, hay hay dedim ayarladık. Şubat'ta bir gün gittim dinlemeye. Hazırlar gerçekten kendi partilerini pek güzel söylüyorlar ama orkestra ne çalacak bilmiyorlar tabii. Afro Cuban / Swing geçişleri var ama eser asla zor bir eser değil. Zor olmaması için çok özen gösterdiğim bir müzik. Sözleri de ben yazmıştım. Nakaratı diyelim "sakin, sakin sessiz sakin, sakin..." diye gidiyor. Ve fakat sonuç benim için hiç öyle olmadı.
Zaten uzun bir süre kayıt var mı yok mu bir türlü anlaşılamadı. Gökçen hanım kayıt var dedi diyor Ayşe. Ben "hmm.. öyle mi bilmem beni kimse aramadı" diyorum. Ayşe korist olduğu için olayla tek bağlantım o. Bu arada yanlış anlaşılmasın benim orada olmam gerekmiyor eserin çalınabilmesi için. Dediğim gibi eser onlar tarafından satın alınmış bir eser. Benim kayıtta orada olmam sadece keyfi. Sanıyorum ki herkes mutlu olacak eseri çalarken sonuçta canlı kanlı müziği yazmış kişinin de orada olması kaç kere mümkün olabiliyor hayatta! Yani kibarlık ediyorlar beni de çağırıyorlar diye düşünüyorum. Zaten en sonunda Neşet abi aradı beni dedi ki" seni kimse aramadı mı?" Hayır dedim. "Tamam bu Pazar kayıt var, gel" dedi. Oh ne güzel dedik Ekin de İstanbul'daydı atladık gittik Pazar günü ne güzel Ayşe'yi de görürüz dedik.
Biz tam 2'de oradaydık, bize söylenen saatte. İçerisi buz gibi. Pazar günleri ısıtmayı çalıştıran arkadaş gelmiyormuş. İçeride tirtir titreyen bir koro var ve entonasyon sorunu yaşayan saksafonlar. Piyano akortsuz. Enstrumanlar akort tutmuyor, tutamaz, bizim soğuktan dizlerimiz bile tutmuyordu oturduğumuz yerde. Grup çalmak üzere içeri girdiğinde saat 2.45 olmuştu. Sonra anlaşıldı ki, Trompet, Saksafon partilerinde kayıplar var ve gitar partisi yok. Elimde kendim takip edebileyim diye bir partisyon ile gitmiştim. Onu da elimden aldılar çoğaltıp müzisyenlere vermek üzere çünkü onlar oradan transpoze edeyerek okuyup çalmaya çalışacaklar. Ben kaldım mı sana notasız ! Gitarist Gitar partisi yok diyip kayıttan gitti. Bana soruyorlar Gitar var mı diye? Elimden notayı aldıkları için var yok diyemiyorum. Gitariste meğerse koro eşlemelerini vermişim. Alto solosuna giremiyor da giremiyor. Müziği vermişim gitmiş 3 sene olmuş hiç bir şey hatırlamıyorum hakkında. Dediler "yönetir misin?". Dedim "hayır". Ben oraya Besteci olarak gittiğimi zannediyorum. İlk defa koro ile çalarak eserin provası yapıldı. Benim için öyle acayip şeyler oluyor ki o sırada, zaten şaşkın bir haldeyim, mesela Trompet solonun üzerine Tenor solo yazmışım, yani fikir öyle ki müzik yükseliyor yükseliyor trompet solonun üzerine tenor girince artık tansiyon iyice artıyor... Bilerek isteyerek. İkili solo yani. Bu yanlış mı diye soruldu, düzeltilmek istendi. Ama bu bir bigband, ve yani yüksek solo istemekten daha doğal ne olabilir? Arturo Sandoval'ın big band müziklerinin copyistliğini yapmış birisiyim ben para kazanmak için Amerika'da öğrenciyken. Bir sürü müziğim var Rainbow band dahil başka başka big band'ler çalmış kaç senedir. Hatta geçmişte TRT iki kere başka müziklerimi de çaldı. Ben de çaldım onlarla TV programı için. Provalarını yaptık hep beraber. Yani herkes birbirini biliyor orada. Hic boyle sorunlar yasanmadi o zamanlar. Ama konusuldugu halde soloyu çalan Trompetçi arkadaş her Tenor solo girdiğinde küçüldü çalarken, background'a kaçtı, ikili solo yerine. Ne oldu yani kendisi benim besteci olarak yaptığım hatayı mı düzeltti şimdi? Soprano Saksafoncu 3.45 filan gibi geldi! Neden acaba diyorum? Cevabı "işte Tayfun öyle"?! Müzik modal, bütün akorlar 4'lü ve en tepede soprano her şeyi yönetiyor. Melodiyi, armoniyi... Adam gelmedi, gelmedi. Ben sinirleniyorum tabii ne işim var burada diye. Yani gerçekten ne diye eserini çalamayacaksan ya da uğraş vermeyeceksen besteciyi oraya çağrırısın ki? Anlamıyorum.
Madem çağırılıyorum notaların eksikliği durumu Ferit'in ve Ozan'ın dediğine göre üç ay önceki provada da varmış. O zaman söylensin besteciye yanında getirsin bari. Saksafonculardan birisi kayıt esnasında "abi benim gitmem lazım" diyip gitti. "Bize 4'e kadar dediler" dedi. Saat 3'te girmişler içeri zaten. Provasız eseri çalmak için. Koro hepten dağıldı. Ne yapsınlar ki? 1 senedir bir müzik çalışıyorlar bütünde nasıl bir şey bilmiyorlar, hiç toplu prova alınmamış. Anlat anlat bitmez. Kimse çalmak istemiyor. Herkes üşümüş paltolarıyla. Günlerden Pazar dışarısı mis gibi. Çocukların çoğu kadrolu değil. Bu da baska bir sorun. Destek olsun diye geliyorlar sanırım ama çalmak umurlarında değil gibi. Yani Ferit prova yaptırmak istiyor, herkes sınıfın ineği (afedersiniz) muamelesi yapıyor adama. Haydi bir kez daha çalalım şurayı diyor, miletten off puff'lar. "Niye ki"ler! İnanılmaz bir isteksizlik. Niye ki mi? Çünkü bu çalınan asla ve asla benim yazdığım müzik değil. Çünkü ben polyphony (counterpoint) kullanan bir insanım yazarken. Çalınamaz ise o hatlar kişisel olarak müzik toplamda çalınamıyor. Bu kadar basit. Sonuç çok kötü oldu. Ben dinlemem o müziği şahsen!
Yazık üzücü. İnsan sormak istiyor yani orada Aydın'ın (Esen) bir eseri çalınsaydı aynı ilgisizlik olacak mıydı müziğe? Geçmişten biliyorum ki cevabı Hayır. O zaman bu insanı "seni ciddiye almıyorum. emeğini ciddiye almıyorum. bunu da çalmak istemiyorum" demek için mi çağırıyorsunuz. Anlaşılır gibi değil o ciddiyetsizlik benim için. Benim o eseri yazma koşullarım normalden farklıydı. Çok zordu. Annem hastanede kanser ameliyatı olmuş ben benden istenen günde eseri teslim edebilmeliyim diyerek yanımda laptop (sonuçta iş!) annemin başında beklerken ameliyattan sonra, bir yandan "sakin" eserini yazdım. Çok ironik! Ama durum aynen böyleydi. Önümde sürekli finale açık. Bunun tabii konuyla burası sadece benim kişisel blogum olduğu için ilgisi var. Sonuçta ne istersem yazabiliyorum buraya öyle değil mi? Yani eser bana zaten sakinlik ve sessizlik hissi veren bir eser değil demeye çalışıyorum.
Akşam konserimiz vardı 60m2'de Ozan Musluoğlu ve Ekin ile. Gerginliğim oraya da yansıdı. Nasıl yansımasın ki yani mümkün mü? Amaaan yaaa boşveeeer yaaaa mi diyeyim bu duruma!
Bütün bunları neden şimdi yazıyorum? Çünkü elime kayıt geçti 5 gün filan oldu daha hala dinleyemedim. Öyle duruyor bir yerde. Sanırım hiç dinlemeyeceğim. Neşet Abi "Selen kusura bakma biz bunu sonra çalışır canlı çalarız" dedi. Tabii dedim ne güzel olur. Gerçekten de güzel olur.
Thursday, March 31, 2011
Saturday, March 26, 2011
In your mind (coda)
Time is something relevant (/irrelevant).
My latest tune is called In your mind.
We are playing the Coda here.
The end.
Ben 003
Yakin arkadaslarim bu hikayeyi bilirler. Bir gun taksiye bindim. Her taksi soforu gibi bu da kizgin birisi. Onunden birisi gecti hizla yolunu kesti, bizimki de sinirlendi, dedi ki "hanimefendi bizim insanimiz iflah olmaz. neden? cunku problem ilkokul egitimimizde basliyor. adam ogreniyor okuma yazmayi 'ali bana top at' - 'baba bana top al' - ... hep bana hep bana... bir paylasmayi ogretemediler gitti" dedi. Cok hosuma gitmisti.
Yeni nesil okuma yazmayi bilmiyor! Iste! Dolanbacli yollarla anlatip sonuca ulasacagima bastan soyledim gitti. Ogrencilerimden"women in music" dersinde donem ortasi odevi olarak 1700-1900 yillarinin Avrupa'sinda yasayan bir kadin besteci olup (olmaya calisip daha dogrusu) tarihsel belge birakmalarini istedim. Ne olabilir tarihsel belgeler, onlari tek tek anlatmam gerekti. Nasil oluyor? Bundan 11 sene once Muzik tarihi dersinde benzer bir odev istemistim, hic bir sey anlatmam gerekmemisti. Bir parca kagit yazmalari gerekiyor iste o doneme ait bir durumlarini anlatan, mektup, vasiyet, doktor recetesi bile olur. Ama bilmiyorlar ki arsivlik belge ne demek? Cunku FB var Twitter var. Kitap yok hayatlarinda cogunun. Okuyamiyorlar. Zaman kaybi olarak goruyorlar. Hepsi asagi yukari ayni seyden sikayetci, dikkatim dagiliyor okurken. Ne guzel iste sorunun ne oldugunu farkediyorsun, ustune gitmeden calismadan nasil olacak o is? Her gun iki sayfa okumak, sonra uc, sonra dort... Ama sorun bu iste zaten, o zamani harcamak. Disarida neler oluyor neler o sirada? Ya kacarsa.
Kimse yazi yazamiyor. Ben de... Bizim etkilenmememiz mumkun degil bu degisikliklerden. Yani sorun soyle aslinda, iyi yazilmis bir metnin bir dili vardir, basi vardir sonu vardir, anlatimin bir yolu vardir. Kitap okuyamayan birisinin konusmasini anlayamadigim icin sorunun buna adres ettigini (meslek rahatsizligi) anliyorum cabucak artik. Muhabbetin basi yok sonu yok, ozneler nesneler kayip. Takip edemiyorsun soylenenin icerigini, anlamini. Kayboluyorsun icinde. Kim demis? Ne demis? Kime demis? Nerede? v.s... v.s... Yazarlerken daha fena oluyor. Tutarlilik yok. Ben sinirlenince Ingilizce'yi oyle konusurum, anlasilmaz olurum her sey karisir, cunku ana dilim degil, hakim olamiyorum sakin olmadigimda dile.
Turkiye icin cok buyuk sorun bu kendini ifade edememe durumu. Cunku bu ulkede yazarak anlasmak, ciddi anlasmalardan bile bahsediyorum zaten mumkun degil. Koskoca isletmeler kocaman paralari aralarinda muhabbet ederek isletiyorlar. 'Abi sen sali gunu bana 200 bin Tl cikar ben en gec mallari sana cuma yollarim'. Sonra tabii tipik 'a ben sana sali mi demistim, ben sana cumartesi demistim...' Yaz canim yaz, e-mail yaz, kagit yaz, belgelensin, dursun orada, itirazlar onlarin uzerinden yapilsin. Guvenlik, guvenilirlilik yerlerde surunuyor. Basit bir yemek siparisi veremiyorsun. Yazmiyor adam sanki ayip. Soruyorum hepsini aklinda tutabilecek misin? Tabii diyorlar sonra ben sunu istemistim, bunu istemistim.. Bizim icin de sorun. Konser calacagiz, su gun olur mu diyorlar olur diyorsun telefonda. Ne sound check saati belli, ne ekipman, ne butce... Her seyi tek tek gunu geldikce sorman gerekiyor telefonla. Olacak sey mi ya bu? Yaz, Selen su gun su paraya soyle bir performans calar misin? Rider'in var mi' sescin var mi, duyuru icin metnin var mi? Hepsi icin ayri telefon... Yaz canim yaz, cok daha kolay oluyor her sey oyle. Bu kadar ayrintiyi aklimizda tutmamiz cok zorlasti artik hepimizin. Yormasin kimse birbirini yazmayi ogrensin. Ben Isletme okurken universitede Denetim hocamiz bu ulkede kimse yazili anlasma yapmayi bilmez siz insanlari zorlamalisiniz gerektiginde demisti. Seneleeeeer evveldi bu. Hala durum ayni! Telefonla festival organize ediyorlar yahu olacak sey mi? Sonra tum detaylar unutulmus!
Bazen cok komik kelimeler kullaniyorum ders anlatirken istikamet diyorum yon yerine mesela ya da ikame akorlar... Bu laflar bizim evde kullanilmazdi. Belli ki kitaplardan kalmis aklimda. Ama bir de donemsel olarak dilimize yerlesmis olanlar var. Gecen senelerin birinde Oksan'da muhabbet ediyoruz lastik ayakkabi dedim ben. Aylin (Oksan'in kardesi) baktim kikirdiyor. 'Bazen cok yaslisiniz' dedi, cok gulduk. Neymis efendim o spor ayakkabi'ymis. Yahu kim spor yaparken sadece giyiyor o ayakkabilari? Lastik daha buyuk bir grup ifade ediyor iste =) Biz anneme derdik eskiden 'ay anne o ne demek ya?' diye. Simdi basima geliyor =)) Ama bazen kelimelerin eskiden nasil kullanildiklarini bilmek cok onemli oluyor. Turkce Osmanlica'dan aldigi kelimelerle zengin bir dildi. Simdi istikamet yerine 'path' diyen insanlar olduk. Cok bir sey farketmedi her ihtimalde. Hala Turkce 0 yabanci diller 1. Kitaplarin bazilarinin Turkce cevirileri korkunc oluyor ben kendi dilimde cok kitap biraktim oyle yarim gidip ingilizcesini okudum 'haaa simdi anladim' diye. Ama iyi ceviri de tadindan yenmez. Yeter ki okunsun Turkce ve yazilabilsin. Ben ogrenci kagidi, e-mail (e-posta =) okuyamaz oldum gercekten. Yabanci kelimelerim Turkce'ye sizmasina bir itirazim yok cogu Teknoloji kavrami zaten baska turlu anilamiyor kendiliginden gelip oturuyor dile. Televizyon gibi... Ama artik dili kullanmayi unuttuk, basit dertlerimizi anlatamaz olduk. Bu elestiri kendime de.. O yuzden 'Ben' basligi altinda yer alabiliyor.
Arsivlenmek/tarihsel belge konusuna geri donersek Facebook ve Twitter'da arsiv sayilir tabii aslinda. Silinemiyorsun yok olamiyorsun oralardan. Ama iste arsivleyen sen degilsin. Bloglar yaziliyor bunun gibi. Anlatiyoruz ama gercek kopyalar yok. Istedigin kadar hard disc v.s. kullan onlar da bozulabiliyor. Teknoloji zaten kullan /at uzerine kurulu artik. Hic bir belgeyi uzun donem saklayamiyorsun. Yahoo'da bir aksilik olmustu sistem butun e-mail'lerimi silmisti 10 senelik. Tarihsel bilgilerim/belgelerim yok oldu puf diye. Gitti! Biraz akli calisan herkes Facebook olayi kopunca hafiften kafasini kasimaya basladi. Iyi tamam bunlari buraya yaziyoruz da kim arsivliyor? Biz arsivlemiyoruz. silinebilir yerlere arsivliyoruz. Ama ya birileri arsivliyorsa dedik, korktuk. Tum bu bilgilerle ne yapacaklar diye endiselendik. Sonra ona da alistik. Bana sorarsaniz hala tarihimizin (ozellikle kisisel olanin) silinebilecegi bir zamanda yasiyoruz. Eserleri yaziyoruz cogu dijital ortamda. Bir gun silinir paranoyasi icinde kopyaliyoruz yine silinebilecek baska ortamlara. Ancak calinirlarsa tarihsel belgeye donusebiliyorlar kayit yapilmissa eger. Onlarin da cogu dijital yerlere kaydediliyor. Yoksa kagida basmak sart! Sart yani yapacak bir sey yok! Kagit tuketimi konusunda hassas degilmisim gibi gozuksun istemem ama durum bu. Bir de tabii bu murekkeplerin kaliciligi konusunu bilemiyoruz, belki de onlar da siliniyordur. Eh oyleyse biz kendimiz silelim gitsin bari! Ama 11 yasimdan beri tuttugum gunluklerim var, yazdigim duz yazi ve siirler var defterler dolusu. Onlar kalir artik mecburen. Belli bir yastan sonra pek buyuyemedim ben zaten onemli de degil o sebepten =)
Iste ne oldu gecenlerde adamlar (kim bunlar?) daha basilmamis kitabin pesine dustu. Cok fena bir olay, cok vahim. Gulduk ettik cok basta ama endise verici bir tortu kaldi geriye. AHMET SIK'in Imamin Ordusu Kitabi! Birileri o kadar rahatsiz oldu ki kitabin basilacak olmasindan digital kopyalarini imha etmeye calisiyorlar. Tiraji-komik. Boyle bir seyin Teknik olarak belki mumkun ama pratik olarak mumkun olmadigi bir devirde. Ama hala neden kitap basilmasin istiyorlar? Cunku kitap olursa belge olur. Mumkun degil imha etmeleri gercek bir kitabi. 80'lerde gorduk iste ne oldu yasaklanan kitaplar. Ama dijitalleri dagilmadan ele gecirebilirlerdi, ustunde tahribat yapabilirlerdi. Yazilani degistirebilirlerdi. Mumkundu. Ama kitap olarak basilsaydi! O zaman tehlike?! Insan ne diyecegini bilemiyor. Cok yazik!
O yuzden onemli iste okuyabilmek ana dilinde yazabilmek. Ne oldugunu anlayabilmek. Baskalarina anlatabilmek.
p.s. 1: Tum bunlari Turkce olmayan bir klavyeden yazmam da cok komik. Ama yaratici insan sorunsallarindan birisi iste bu. Zitliklar barindirmak =) Bir de kendini ifade etmenin aciliyeti tabii.
p.s. 2: Ben bir yazi dizisi. Bu yazi, ucuncusu. Aklimda yazacaklarim ama vakit bulamiyorum. Geriye dogru gidecegim. Cember formunda bir duzen ile. Zaten bu blog'a da boylesi yakisir =) Bir sonra Ben 002.
p.s. 3: Baharin keyfini cikarmak lazim.
sonradan ek: Bu aksam Diloy'la yemege gittik. Siparis verdik. Garson yaziyormus gibi yapti. Ona et yemedigimi soylemem gereken bir durum oldu, sebzeli yemek siparisimi verdim. Gelip arada tavuklu muydu diye sordu? Yok ben et yemiyorum dedim bir kez daha siparisi yeniden verdim. Benim servisimi Diloy'un onune koydu ses cikarmadik. Sonra yemegi de Diloy'a verdi! Mekanda bizden baska kimse yoktu! Anlatabiliyor muyum? =)
Sunday, March 20, 2011
"When I dance I like regular music."
Muzisyen arkadaslarim,
Bunu okumalisiniz. Guzel bir roportaj. Muzikle ilgili bir suru konuyu bir kerede ozetleyebilen nadir yazilardan biri.
Bjork interviews Karlheinz Stockhausen:
Iyi eglenceler!
Thursday, March 3, 2011
Mart geldi. Baktirdigi kapinin ardinda sunlar bunlar...
Mart gelir gelmez ilk is bu ulkenin ahmaklari Blog Spot'u kapatmaya karar verdi. Bazi DNS ayarlari sorunsuz sekilde girmesine izin veriyor bazi kullanicilarin ama tiklanma orani cok azaldi, goruyorum Stats'tan. Olsun! Inatla buradan paylasmaya devam! Durduramazlar!
6 Mart'ta Tamirane'nin Pazar klasigi Morning Jazz Sessions'da Quartet olarak calacagiz. 80'lerden, 90'lardan, Caz standartlarindan ve biraz da benden... Cok tatli oluyor Tamirane konserleri. Hem calacagim hem soyleyecegim bu sefer. Takim da eglenceli. Coluk cocuk bekleriz!
Selen Gulun (Vokal, Elektrik Piyano), Serhan Erkol (Alto Sax), Ozan Musluoglu (Kontrabas) ve Ediz Hafizoglu (Davul).
8 Mart, Sali malumunuz Dunya Emekci Kadinlar gunu. Nublu Jazz Festivali kapsaminda once biz (Selen Gulun Trio) arkamizdan da Natalia Mann Nublu Istanbul @ Babylon'da sahne alacak. Konser 21.00-22.30 gozukuyor. Tek set calariz. Henuz ne calacagimiza karar vermedim. Cumartesi prova esnasinda karar verecegim. Belki baska Kadin bestecilere ait bir kac eser calabilirim. Bakalim.
Selen Gulun (Rhodes, Vokal), Francesco Fantini (Kontrabas), Derin Bayhan (Davul).
13 Mart'ta ise sevdigimiz alternatif Caz mekani 60m2'nin Caz Festivali'nin konuguyuz. Selen Gulun Trio bu sefer "Answers" dahil yeni muziklerden calacak. Degisik sesler arayabiliriz o gece. Belli olmaz. Ekin Boston'dan kisa bir sureligine geliyor. Bizimle sahnede olacak.
Selen Gulun (Elektrik Piyano), Ozan Muzluoglu (Kontrabas), Ekin Cengizkan (Davul).
123'un Orkestra aranjmanlarina devam.
Bu ayin ilk gunlerinde cok onemsedigim bir roportajim yayinlandi. Cok sevdigim saygi duydugum bir arkadasim, Gulus Gulucugil Turkmen Alternatif Anne dergisi icin yapti roportaji. Sorular biraz kazik geldi o yuzden =) Samimi bir roportaj oldu. Cok iyi tepkiler geldi. Paylasiyorum.
Ay sonunda Amerika'ya gitmeye karar vermistim o yuzden konser almadim. Ama su an emin degilim. Her ihtimalde bir sure durup calmamak ve sag eli dinlendirmek iyi olacak bence.
Nisan daha hareketli gececege benziyor. Yenilikler oldukca Mart ile ilgili buradan paylasmaya devam edecegim.
Unutmayin: Mart kapidan baktirir, Kazma kurek yaktirir!
Orada burada gorusmek uzere...
Tuesday, March 1, 2011
Benim sana gelişim.
Dedim sa.ne.na'nın Steve Reich konserine gitmişim, arkadaşlarımı görmüşüm keyfim yerinde; şöyle bir açayım Roni Margulies'in Apollo Yılları kitabını karşıma çıkan ilk şiiri okuyayım.
İşte karşıma ilk çıkan bu:
...
"Dönüşürken mevsimlerin verdiği
o kısacık tedirginlik vardır ya,
beklenmedik bir yağmur dindikten
hemen sonra duyulur hani,
benim sana gelişim
onun gibi bir şeydi işte;
yaşını bilmek için bir çamın
her dalını saymak gibi veya.
Hem zaten özlem, sen de bilirsin,
bitmek bilmez bir bitkinliktir bazen, (burada zoraki gülümsedim. 'dış müdahale'.)
ısırınca aldığı renktir bir elmanın,
gücenmiştir sanki, sararır.
Yanlış olur diye düşündüm; seni
uzaktan özlemek istemedim. Belki
bu yüzdendi biraz da sana gelişim:
Çıplak, çekingen ve gelip geçici."
Subscribe to:
Posts (Atom)