Tuesday, September 23, 2014

Hayatımı Kaydıran Şarkılar

Sevgili arkadaşım Sarp Keskiner benden geçen sene böyle 10 parçalık bir liste istemişti. Ben de üşenmeyip yazmıştım. Kocaman tuhaf bir liste olmuştu. Bazıları sözlü değil dolayısıyla şarkı bile denemez. Ama işte benden de bu çıkıyor. Sonra bir şekilde bu liste basılamadı sanırım. Bari ben kendi bloguma koyayım dedim. Parçaların isimlerinin üzerine tıklayarak youtube linklerine ulaşabilirsiniz. 

İşte o şarkılar :


Prince’i hayatımda efsane yapmış parçadır. 1984 tıfıl bir müzisyen adayıyım. Klasik müzik çalıp dinliyorum. Pop dinliyorum. Birden böyle bir parça çıktı  ortaya, içinde bas hattı yok. Hiç bas yürüyüşü yok! Tuhaf, yüksek, iç gıcıklayıcı bir gitar solo ile giriyor parça, acayip bir ritmik riff var tekrarlı ve parçadaki herşeyi Prince kendi çalıp söylüyor. Büyülenmiştim! Sonra Miles Davis bir röportajında Prince hakkında harika şeyler söyleyince peşini bırakmadım. Ezbere bilmediğim parçası yoktur o dönemde diyebilirim. 

Yaş 16. Çok aşık olduğum bir erkek arkadaşım var. Benden 3 yaş büyük ve gitar çalıyor. Herkes aileleri ile yaşıyor. Bana dedi ki “bize gel okuldan sonra sana biraz müzik dinleteyim”. Benim de o gün sabahtan beri kafamda past time paradise caliyor. Oturuyorum kalkıyorum arka planda parça durmadan çalıyor. İlk defa gitmiştim evine. Oturdum koltuğa “bak ben bu şarkıyı çok severim. sana onu çalayım” dedi ve past time paradise çalmaya başladı!

Konservatuar’da öğrenci olduğum zamanlar. Caz seviyorum, Marsalis kardeşler yeni popüler olmaya başlamış. Başka müzikler de seviyorum. Pop, Rock ne bulursam dinliyorum. The Police aşığıyım. Sting solo albüm yapıyor dediler kızdım Sting’e grubu dağıttı diye. Sonra The dream of the blue turtles albümü geldi, içinde Kenny Kirkland, Branford Marsalis, Darryl Jones, Ömer Hakim çalıyor. Şapkam uçtu. Parçayı ilk dinlediğimde Sting’e bütün kızgınlığım geçti. Hem pop hem de caz, daha ne olsun! 

Ayvalık Sarımsaklı plajı'nda Karayollarının kampındayım ailemle. Erkek arkadaşım walkman'de dinleyeyim diye bana Bass desires albümünün kasetini vermiş. Crossing the corpus callosum açılış parçasıdır albümün. Çok sıcak bir öğleden sonra banka oturdum, kulağıma taktım walkman’i. Elektronik bir takım sesler efektler var. Acayip merak ettim, acaba onlar ne? Zaman, mekan kaydı ve müzik benim için bir daha geri dönmemecesine anlam değiştirdi. 

Pat Metheny albümlerini 80 sonu 90’ların başlarında ezbere bilirdik. Hatta İstanbul Müzik Festivali’ne geldiklerinde tüm ekip 2 gece üstüste gitmiştim konserlerine. April Wind solo çaldığı bir parça, bende çok farklı bir yeri var. Metheny’nin müziği genellikle mutludur. Nedense çok hüzünlü geliyor bu parça bana. Mark Egan, Danny Gottlieb, Lyle Mays ile çaldığı ECM’den cikmis 78 albümünden’dir. Herkes bilmez. Bir parça solo ancak bu kadar güzel çalınabilir. Dinlemekten CD çizilmişti. Hala aynı derecede dokunur bana dinleyince.  

Hastası olduğum sık sık kullandığım döngüsel form’un en güzel ve kısa örneklerinden biri. Minicik bir form bu kadar mı enerjik, bu kadar mı baş döndürücü bir enerji ile çalınır? Ekip inanilmaz; Palle Danielsson, Jan Garbarek ve Jon Christensen. Ben hala enerjim yoksa bu parçayı koyup kendime gelirim. Jarrett burada 8 tane eli varmış gibi çalıyor. Ayıp! 

Kate Bush kadın ozan idollerimden biridir. The Red Shoes albümünü yaptığında Bulgar Korosu kullanmıştı backvokaller icin çok etkilenmiştim. Bir gün Serdar Ateşer’in evinde oturmuş albümü dinliyorduk. O sıralarda Serdar'ın evi mabed gibiydi. Bütün müzisyenler gelir takılırdı, ben de daha gençtim. “Parçada gitarı Jeff Beck çalıyor galiba” demiştim dinlerken ve o çıkmıştı, hic unutmam! Birden çok havalı birisi oldum camiada böylece :) Şarkıda Kate Bush “sugar” diye bir bağırır! Kelimeyi kimden duysam her duydugumda ve her zaman benim icin “you’re the one”. 
http://www.youtube.com/watch?v=upQFn7sPfF4

Berklee College of Music’e okumaya gittiğimde Tribulent Indigo  albümü yeni çıkmıştı. Ders aralarında kütüphaneye müzik dinlemeye gidiyordum. Albümü bulup dinlemiştim ve bu şarkıyı duyduğumda aklım çıkmıştı. Sözler ve tavır olarak benim için bütün Mitchell parçalarından açık ara öndedir. Babam kadar sevdiğim Wayne Shorter soprano saksafon çalar bir de bu parçada. Bir süre başka birşey dinleyememiştim. 

Davulcu arkadaşım Jörg Mikula bana bu albümü Avusturya’dan hediye yollamıştı. Ben ilk Trio şarkı albümümü kaydetmek istiyorum ama nasıl birşey yapmak istedigimden cok emin degildim o sıralarda. “Bence bunu bir dinle senin yapmak istediğine çok benzer birşey” diye de not var mektubun içinde. Albümden çok etkilendim. Özellikle parçanın sözleri çok kuvvetlidir. Arkasından da Sürprizler albümümü kaydettim zaten. Drawing Lines bana reçete oldu denebilir.

Radiohead alternatif müzik algısını benim için, 90'ların ortasından sonra bir çok müzisyende olduğu gibi, yeniden oluşturdu. Özellikle Weird fishes parçası ile. Bu parçanın basement yorumu da inanılmazdır ama orijinalini ilk duydugumda çok uzun zaman parçaya kitlendim. Özellikle sözlere. Teknik yaklaşımı sebebiyle de Bilgi Müzik’teki Modal armoni dersime konu oluyor bu şarkı. In Rainbows albümü benim hala en büyük favorimdir bu arada. Bu albüm için uzun yol yapmışlığım vardır. 

James Blake müziğe yeni bir ses gelmiyor diye konuştuğumuz bir dönemde gökten düştü! Her şeyi kendisi yapan, parcalarını yazan kaydeden mixleyen halen yirmili yaşlarının başlarında müzisyen. İnanılmaz bir sesi var. Parçayı ilk duyduğumda üstüste yatan vokaller ve sürekli tekrar eden tek cümle söz, elektronikler, sadelik şaşırttı beni. Ezberimi bozdu. Çok cesur bir yaklaşımı var Blake’in. Benim en son albümüm Başka'daki Fruitful parçasına cesaret verdi. En son albümü overgrown da çok sakat albüm. Başımıza bundan sonra kimbilir daha neler gelecek Blake’den? 

Not: Blake'in Overgrown albümünü buraya yazmıştım. Blake. Büyüksün!


No comments: